Mekke-i Mükerreme’den sonra en mübarek şehir olan Medine-i Münevvere;
Mescid-i Nebevi’nin, Cennenü’l Bakî’nin, Uhud Dağı’nın, Mescid-i Kıbletey’nin, Mescid-i Kübâ’nın, Yedi Mescitler’in bulunduğu mukaddes bir beldedir.
Mekke-i Mükerreme ve Kudüs ile birlikte yeryüzündeki üç haremden biri olan Medine-i Münevvere Resulullah Efendimizin (s.a.v) hicret vatanı olup aynı zamanda İslam devletinin ilk başşehridir. Hicretten sonra Peygamber Efendimiz ((s.a.v) Hz. İbrahim, Mekke-i Mükerreme’yi haram yaptığı gibi, “Ben de Medine-i Münevvere’yi haram kıldım.” buyurmuşlardır.
Medine-i Münevvere deyince akla önce Mescid-i Nebevi gelir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke-i Mükerreme’den hicret ettikten sonra 12 Rebîülevvel 622 Cuma günü Medine-i Münevvere’ye girdiğinde devesi Kasvân’ın çöktüğü arşayı satın aldı. Engebeli ve çalılık olan zeminini düzelttirdikten sonra mescidin temelini atan Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizzat mübarek elleriyle caminin yapımına iştirak etti.
MESCİD-İ NEBEVİ
Peygamber Efendimiz’e (sav) vahyin en çok geldiği yerlerden biri olan Mescid-i Nebevi’de yapılan ibadetler diğer meclislerde yapılan ibadetlerden daha üstündür. Resulullah Efendimiz (sav) Mescid-i Nebevi’de kılınan namazın Mescid-i Haram hariç diğer yerlerde kılınan namazdan bin kat daha faziletli olduğunu buyurmuşlardır.
Mescid-i Nebevi yapılırken Resulullah Efendimiz (sav) için doğu duvarının Güney kısmına bitişik 2 adet Hücre-i Saadet yapıldı ve sağlığında bu hücrelerin sayısı 9’a ulaştı. Resulullah Efendimiz’in (sav) vefatı, Nâş-ı Şeriflerinin yıkanması ve defnedilmesi bu hücre-i şeriflerden Hz. Âişe (Ra) validemizin hücresinde tahakkuk etti. Hz. Ebubekir (r.a.) Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına defnedilmesini vasiyet etti. Hz. Ömer de (r.a) bizzat Âişe validemizden izin alarak Hücre-i Saâdet’e defnedildiler.
RAVZA-İ MUTAHHARA
Resulullah Efendimizin kabri şerifleri ile minberi arasında Ravza-i Mutahhara yer alır. Peygamberimiz (s.a.v) bu bölümün Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu bildirmiştir. Mescid-i Nebevi’nin arka kısmında ise aralarında Talha b.Ubeydullah (r.a), Ebû Said El-Hudrî (r.a), Ebû Hureyre (r.a), Ebû Zer el Giffârî (r.a), Bilal-i Habeşî (r.a), Abdullah b. Ömer (r.a), Abdullah b. Mesud (r.a), Berâ b. Malik (r.a) gibi tanınmış sahabelerin de bulunduğu ilim tahsili için ayrılan Ashab-ı Suffe bulunur.
Mescid-i Nebevi’de ilk kubbe, 1279’da Memluk Sultanı Mansur Kalavun’u emriyle Hücre-i Şehadet’in üzerinde yapılmış ve Yeşil Kubbe olarak isimlendirilmişti. Bunu daha sonraları diğer kubbelerin inşası izledi. Mescid-i Nebevi’deki ilk minareler ise Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik’in706’da Mescid-i Şerif’i genişletmesi sırasında yapıldı.
CENNETÜ’L BAKİ
Şehrin güneydoğusunda Mescid-i Nebevi’nin yakınında Cennetü’l Bakî yer alır. Resulullah (s.a.v) Medine-i Münevvere’ye hicretten sonra “Garğad” adı verilen ağaçlar ile kaplı olan bu mahalli kabristan yaptırmıştır. İlk olarak da Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) süt kardeşi Osman bin Max’ın (r.a) defnedilmiştir. Bak-î kabristanında başta 3. halife Hz.Osman (r.a) olmak üzere, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) amcası Hz. Abbas, halaları, kızları, mübarek zevceleri, oğlu İbrahim, torunu Hz. Hasan, süt annesi, Hz. Ali’nin (r.a) annesi ve kardeşi, on bin civarında Sahabe-i Kiram tâbiinden birçok zevat burada defnedilmiştir.
UHUD DAĞI
Medine-i Münevvere’nin kurulduğu düzlüğü kuşatan 8 km. uzunluğundaki Uhud Dağı ise Mescid-i Nebevi’ye yaklaşık 5 kilometre uzaklıktadır. Hicret’in 3.yılında Bedir Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrayan Kûreşliler ile Müslümanlar arasında yapılan Uhud Savaşı burada gerçekleşmiş ve adını buradan almıştır. Bu savaşta Müslümanlardan 70 kişi şehit olmuştur. Bunların arasında Peygamber Efendimiz’in amcası Seyyidü’ş Şühedâ Hz.Hamza (r.a) ile Medine-i Münevvere’de ilk Kur’an-ı Kerim muallimi olarak gönderilen Mus’ab Bin Umeyr(r.a) de vardı.
HÜRMET EDİLEN ŞEHİR
Medine-i Münevvere’ye saygı ve hürmet gerekir. İmam-ı Malik (r.a) Medine-i Münevvere’ye girdiği zaman, binmesi için katır getirdiklerinde yürüyemez durumda (mazereti) olduğu halde, “Resulullah Efendimiz’in mübarek ayaklarıyla bastığı bir yeri katırın ayakları ile çiğnemek bana münasip değildir.” diyerek katıra binmeyi reddetmiş ve Resulallah’ın huzuruna zorlukla ulaşmıştır.
Şair Nâbi’de bir heyetle beraber hacca gider. Medine-i Münevvere’ye yaklaştıkları zaman heyetteki bir paşanın ayağını uzatıp yattığını görür ve seslice şu beyti okur:
Sakın! Terki edepten gûyi mahbûb-i hüdâdır bu.
Nazargâh-ı ilâhîdir Makâm-ı Mustafâ’dır bu.
Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhı’dır fazilette.
Tefevvügu kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.
Muraât-ı edep şartıyla Nâbi gir bu dergâhâ
Metâf’ı kutsiyân’dır, Bûsegâh-ı enbiyâ’dır bu.
Sabah olunca müezzinlerin minarelerden bu beyitleri okuduklarını duyunca sorar:
“Siz bu beyitleri kimden öğrendiniz?” Cevap verirler: “Bu gece Efendimiz (s.a.v) bize bu beyitleri tâlim ettirdi ve minarelerden söylememizi emir buyurdular.”