TEFEKKÜRNAME…

Yayınlama: 24.06.2025
Düzenleme: 22.06.2025 16:13
A+
A-

Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde ifade edildiği gibi; Hidayet, ancak Cenab-ı Hakk’ın iradesi ile mümkün olan, O’ndan başka kimsenin yetki veya inisiyatif kullanamayacağı bir alandır.

Bu kural kesindir ve Resulullah’a (ASM) bile bu konuda hareket alanı bırakılmamıştır. Bu hakikatte üzerinde düşünülmesi gereken birçok hikmet vardır. Ancak yorum yaparken şüphelere ve yanlış anlamalara karşı dikkatli olmak, Kur’an’ın metot ve anlayışından ayrılmamak gerekir.

Allah bazı emirleri kullarının iradesine bırakmış ve işlerin nasıl olacağına, bizim seçimimize göre karar vermeyi irade etmiştir.

Biz cüz-i irademizle imtihan oluruz ve ahirette karşılığını alırız. Aldığımız kararlar başka insanların hayatını olumsuz etkileyebilir ya da zenginlik, uzun ömür gibi konularda insanlar arasında eşitsizlikler olabilir.

Hesap günü kimsenin hakkının kimsede kalmayacağı şekilde mutlak bir adalet tecelli edeceği için, fani dünya hayatında bu tür eşitsizlikler imtihan gereğidir ve normaldir. İman ve Hidayet ise ahirette telafisi mümkün olmayan konulardır.

Ahirete imansız giden birisi için ebedi Saadet ihtimali ortadan kalkmıştır. Hidayet meselesinde mutlak Adalet dünyada gerçekleşmelidir ve bu nedenle kimsenin müdahalesine müsaade edilmemiştir.

Mutlak adalet için hidayetin ancak hak edenlere verilmesi şarttır. Bir insanın hidayeti hak edip etmediğine karar vermek, öncelikle onun iç âlemine tamamen vakıf olmakla mümkündür.

İnsanın görünen hal ve tavırlarının altındaki arzuları, niyetleri, hayalleri, aklından ve kalbinden geçen en derin hatıratı bilinmeden, gerçek manada âdil bir hüküm verilemez. Tüm bunları bilmek ancak insana şah damarından daha yakın olan Cenab-ı Hakk’a mahsustur ve bu yüzden O’ndan başkası hidayet veremez.

Hidayet denince ilk akla gelen imandır. İman ise genellikle yanlış anlaşılarak tek seferde sahip olunan bir unvan gibi zannedilir.

Halbuki takva ve salih amelle beslenip korunmayan ve terakki etmeyen bir imanın giderek zayıflaması ve sönmesi mukadderdir. Aksi takdirde, Müslüman bir ailede dünyaya gelen kişi diğerlerine göre avantajlı hale gelecek, bu durum adalet ile ilgili şüphelere sebep olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de dosdoğru yol (Sırat-ı Müstakim) olarak zikredilen kâmil manada kulluğa ulaşmak ve o yolda devam edebilmek, ancak iman, takva ve salih amel birlikte olursa mümkündür. Yani Hidayet bir seferlik kazanılmaz. Ona her an ihtiyaç vardır ve elde etmek için sürekli istemek ve çalışmak gerekir. İnsanlara her an Hidayet verebilmek de ancak Cenab-ı Hakk’ın kudretine mahsustur.

Hidayet bazı hususlarda hayat ile benzerlikler taşır. Hayat, bir bedenin hem içindeki hem dışındaki denge ile bu iki denge arasındaki uyumun neticesidir.

Hayatın devamı da bu denge ve uyumun devamına bağlıdır. Mesela dışarıdaki havada bulunan maddelerin oranları belirli değerler arasında olmalıdır.

Aksi halde hayat devam edemez. Aynı şekilde vücuttaki maddelerin miktar ve oranları da belirli değerlerin dışına çıkmamalıdır. Hayat için gerekli denge ve uyumun hidayet konusundaki karşılığı istikamettir. İman eden kişi, hem Allah’ın var ve bir olduğunu, hem de kendisinin kul olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda kul olarak yaşamalı, kulluk için lazım olan işleri yapmalı, kulluğa uymayan işlerden uzak durmalıdır.

Yani istikametini yaratılmasındaki hikmet ve maksada çevirmeli, fıtratını bu hedefe varacak şekilde tekâmül ettirmelidir.

İnsan, hayatının devamı için her an Cenab-ı Hakk’ın Muhyi (Hayat veren) ismine muhtaç olduğu gibi, doğru istikamette devam ederek imanını muhafaza edebilmek için de Hâdî (Hidayet veren) ismine muhtaçtır. Hayat vermek ve onu sürdürmek gibi Hidayet vermek ve istikameti korumak da ancak O’na mahsustur.

CEHENNEMDEN  KURTULUP CENNETE GİRMEK ÇOK MU ZOR?

İnsanı cehennemden uzak tutup Cennete yaklaştıracak şey nedir?

Her insanın hayattaki en büyük meselesi bu olsa gerektir. Çünkü bu, korkuların en dehşetli ve devamlısından kurtulmak, erişilecek şeylerin en üstününe ve en devamlı sına erişmek meselesidir.

Böyle büyük bir sorunun da herhalde o kadar büyük bir cevabı olmalıdır diye düşünür insan. Cevap verecek olan, ağzını bir açtı mı susmak bilmemeli… Çünkü tehlikeler de, işlenecek şeyler de bitmek tükenmek bilmez.

Fakat cevap veren Allah’ın Elçisi ise sözü hiç uzatmaz, muhatabını usandırmaz, kimseye aklının almayacağı sözü söylemez, kimseyi kaldıramayacağı yüklerle ürkütmez. Ona yolun en kıssasını, en kolayını, en sevimlisini ve en doğrusunu söyler.

Nitekim adamın biri O’na gelerek: “Cehennemden uzak tutup, Cennete yaklaştıracak bir şeyi bana söyle.”demişti.

Resulullah bu söz üzerine bir an semâya doğru baktı, sonra adama dönüp,

“Kısa ama çok büyük bir meseleyi benden sordun” dedi. Sonra da şöyle devam etti:

“Hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allah’a kulluk et, farz namazını kıl, üzerine farz olan zekâtını ver. Ramazan orucunu tut. Kendine yapılmasından hoşlandığın şeyi insanlara yap. Kendine yapılmasından hoşlanmadığın şeyi insanlara yapma” MÜSNED, 27153

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.