MEKKE, MEDİNE VE FİLİSTİN ÜÇ MUKİM BELDE…

Yayınlama: 05.06.2024
Düzenleme: 05.06.2024 09:28
A+
A-

Mekke, sınırlarında yeşeren imanın neşv-ü nema bulmasıyla vecde gelişi ve heyecana gark oluşunun, mükemmel bir medeniyetin manevi düsturlarının ikame edildiği öz. Pratiğin ve sistematiğin muazzam bir şekilde örüldüğu manevi bir dezgah, bir dergah.

Medine, vecd ve heyecan ile Mekke’den taşan iman ve ihlasın zahire aksettiği Mukaddes belde… Hak ve adaletin görünür olduğunu tüm çağlara gösteren mübarek bir medeniyetin şehri…

Filistin, Mekke’de bekleyerek tamamlanan, Medine’de demlenerek tad alan imanın haz ve huzurunu mıknatıs gibi çeken kadim şehir.

Mekke’nin özünü, Medine’nin medeniyetini fethiyle taşlandıran şehir.

Hira Dağı, Uhud Dağı ve Zeytin Dağı, üç muazzam nidâ…

Hira Dağı, vahyin besmelesi, Kur’an-ı Kerim ile nura gark olmuş aydınlığın dağı…

Karanlıkta kaybolmak üzere olan Dünyanın emri İlâhi ile uluşturulmuş kurtuluş pusulası… İki cihanda da mutluluk muşlusunu tüm çağlara muştulayan Kutlu Dağ…

Uhud Dağı, Emri İlâhinin istikametinde, istikrar ve istikamet rotasını belirginleştiren Sünnet-i Resulullah…

Bir ve birlik olmanın, yok olmamak için var olmanın tılsımını barındıran Mutlu Dağ…               Zeytin Dağı, barış ve esenlik için cehd ve direnişi aşılayan, manzarasında Mescid-i Aksa’yı gönüllere taşıyan kıyam ezanlarının okunduğu çağrı merkezi… Hira’nın nurunu, Uhud’un sürurunu korumak ve kollamak, tüm insanlara yaymak ve ulaştırmak için şehadet ve zafer’in, gayret ve cihadın bir arada bulunduğu Umut Dağ-ı…

Mecid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa üç mübarek mezcid…Biri secde, diğeri rükû, diğeri ise kıyam’dır.

Mecid-i Haram dirilişin, Mecid-i Nebevi ilerleyişin, Mecid-i Aksa ise direnişin öğretildiği Mukaddes mektepler.

Biri imanın yerleşmesi yani fikir süreci, diğeri imanın harekete geçmesi yani eylem süreci, diğeri ise imanın meydan okuma süreci yani direnişin menbaı…

Kudüs, Mescid-i Aksa; etrafı mübarek, bereketli kılınmış, derunî bir irfanî açıdan kalplere sirayet eden gayrettir. Nefs ve maddeden, hevâ ve hevesten arınarak, dünyevi tüm bağları kopararak hür ve saf bir şekilde miraca çıkmanın, şeref ve izzeti kuşatmanın mekânı.  “Zaten sâlikin Miraç yolculuğunun gerçekleşebilmesi için tıpkı Hz. Muhammed’in bedenî ve Ruhanî miracını örnek almak suretiyle anâsır-ı erbaa’dan (Toprak, su, hava, ateş) sıyrılması gerekir.”

Anâsır-ı  Erbaa belki de şu anlamlarda kullanılmak istenmiştir. Topraktan yani rızık endişesinden, sudan yani bedenin asli ihtiyaçlarından, ateşten yani sufli arzu ve emellerden, havadan yani hayattan– Candan sıyrılmak gerek. Özde sadece tevhid-i iman ve ihlas, başkasına ne hacet… Belki de bu nedenle “Nitekim Kudüs, meleklerin, kanatlarını üzerine açtıkları bir yer olarak tasvir edilmiştir.”

Mescid-i Aksa’nın ve çevresinin kutsal ve bereketli oluşu Kur’an’ı Kerim’de muhtelif ayetlerde dile getirilmektedir. Bu kutsallık ve bereket her açıdandır. Maddi, manevi… Cehd ve gayretin bereketlendiği cesaret ve ferasetin, hâfız ve muhafızın ilim ve irfanın…

Vahdet; “bir ve tek olmak, tek kalmak” anlamındaki vahd kökünden mazdar olup “birlik, teklik, bütünlük” anlamında kullanılır. Kesretin karşıtıdır.

Peki, ümmetten kesreti Kudüs’ün özgürlüğü ile mi, yoksa Kudüs’ün esareti ümmetin vahdetiyle mi son bulacak?

Kudüs yarası yaklaşık bir asırdır durmaksızın kanamaktadır. Kudüs yıllardır esaret ve ızdırap içinde… Eğer Kudüs davası vahdeti getirecek olsaydı çoktan Vahdet oluşmuş olurdu.

Kudüs ümmetin vahdetini değil, ümmetin vahdeti Kudüs’ü getirecek. Vahdetin tacı Kudüs, Kudüs’ün şanı Vahdet olacak… Ümmet Vahdet bilincine ne zaman ulaşırsa işte o zaman Kudüs Özgür olur. Ümmet, Vahdet hakikatine ulaşmak için adete çırpınmakta, ancak bireysel veya hizibsel bazı handikapları bir türlü anlamaya, açmaya yanaşmıyor. Özellikle ferdiyetçilik illetinden kurtulmuş cemaat, cemiyet, bir ve birlik olma şuuruna erişmiş tevhidi yapılar, yukarıda da bahse konu olan anâsır-ı Erbaa yükünü sırtından bir türlü indiremiyor. Dolayısıyla bu ağır yüküyle ne Kudüs’e gidilebiliyor ne de manevi miraca çıkılabiliyor. Bu dört ana unsur ümmetin kesretine neden olan engeller, çıkmazlardır da.

BİRİNCİSİ: Cemaatin, cemiyetin veya kurum ve kuruluşun işleyişi için gerekli olan zahiri, maddi giderlerin tükenmesi endişesi… Vahdet evvela fedakarlık ister. Bu fedakârlığın en kıymetsizi de muhakkak ki maddi olanıdır. Bunu bile sağlayamadan vahdete yolculuk başlamadan bitmiş oluyor.

İKİNCİSİ: Cemaatin var olma mücadelesinde tüm enerjisini harcaması veya başkaca bir alana asla destek çıkmaması durumu. Vahdet Ümmet olabilmek için olmalı. Yani ben varım demekle biz olmuyoruz. Ümmetin vahdeti özellikle cemaatsel, kurumsal enenin yok olmasıyla var olmaya başlar. En iyisi, en doğrusu, en ciddisi benim demek doğru olsa bile vahdete engel teşkil edecektir ve ediyor da.

ÜÇÜNCÜSÜ: Tarafgirlik ve çokluk içtiyakı…

Sadece bu ur bile ferdi cemaat olmaktan, çok cemaati de Ümmet olmaktan engellemeye yeter de artar. Bu ur’un tedavisi fert için fenafi’l cemaat, cemaat için de fenafi’l Ümmet olmaktır.

DÖRDÜNCÜSÜ: Uhuvvet ve Vahdet uğruna gerekirse candan, cemaatin kendine has düsturlarından, nas dışı kaide ve kurallarından vazgeçebilmektir. Nasıl ki insanlar vazgeçebildikleri her şeyden daha kıymetlidirler. Cemaat veya cemiyetlerde Vahdet hatırına vazgeçebildikleri kadar vefalıdırlar. Vefaları kadar da uhuvvet taraftarıdırlar.

Bu yönüyle anâsır-ı Erbaa yükümüzden kurtulduğumuz zaman Mescid-i Aksa, İsrâ ve miraçtaki seyrüseferde bir durak, insanlığı zilletten izzete götürecek bir Burak ve müslümanları cemaatten ümmete ulaştıracak bir konak olabilir.

Evvela handikaplar aşınmalıdır. Saniyen (ikinci olarak) uhuvvet ve Vahdet şuuruyla kuşanmalı, Salisen (üçüncü olarak) Mescid-i Aksa özgürlüğüne kavuşturulmalı. Aynen Mekke, Medine ve Filistin şehirlerinin manevi havası gibi. Vahdet de Mescid-i Aksa’nın özgürlük merhalelerinden geçecektir. Fikir, eylem ve direniş süreçleri… Bu merhaleler sıralı var olacak ve sonunda zulüm ile istikbarı yeryüzünden tamamen sökülüp atılacak.

Şu anda Vahdet, Mekke evresinin sonuna doğru hızla iyileşmektedir. Özellikle halen devam eden Aksa Tufanı cihadıyla Vahdet, Ümmet içinde söz ve duygu açısından Mekke dönemini bitirmiş düzeye varmış denebilir. Dua, infak, boykot ve sessiz kalamama açısından bu ilk merhalenin oluştuğu net bir şekilde müşahede edilmektedir.

Vahdettin Mekke everesinde bir ve birlik olmamız gerektiği fikri, bilinci bu günlerde oluşmuştur. Yüzyıllardır kanayan yaralarımızdan biri iyileşme belirtisi göstermektedir.  İnşallah yakın bir zamanda Medine evresinde bu şuur ve bilinç yayılacak ve sonrasında Filistin  evresine geçecektir. Yani bilinçli birliktelik, inançlı direniş ve ümmetçe dünyanın çürümüş düzenlerinin tümüne karşı meydan okumak…

Şehitlerin o pak, temiz, saf ve bereketli kanlarıyla artık vahdet dirildi ve Vahdet bilindi. İnşallah Vahdet direnecek ve Vahdet ilerleyecek… Sonunda insanlık kazanacak ve tüm dünya huzur ve selamete erecektir.

BİİZNİLLAH

MEKKE, MEDİNE VE FİLİSTİN ÜÇ MUKİM BELDE…

Mekke, sınırlarında yeşeren imanın neşv-ü nema bulmasıyla vecde gelişi ve heyecana gark oluşunun, mükemmel bir medeniyetin manevi düsturlarının ikame edildiği öz. Pratiğin ve sistematiğin muazzam bir şekilde örüldüğu manevi bir dezgah, bir dergah.

Medine, vecd ve heyecan ile Mekke’den taşan iman ve ihlasın zahire aksettiği Mukaddes belde… Hak ve adaletin görünür olduğunu tüm çağlara gösteren mübarek bir medeniyetin şehri…

Filistin, Mekke’de bekleyerek tamamlanan, Medine’de demlenerek tad alan imanın haz ve huzurunu mıknatıs gibi çeken kadim şehir.

Mekke’nin özünü, Medine’nin medeniyetini fethiyle taşlandıran şehir.

Hira Dağı, Uhud Dağı ve Zeytin Dağı, üç muazzam nidâ…

Hira Dağı, vahyin besmelesi, Kur’an-ı Kerim ile nura gark olmuş aydınlığın dağı…

Karanlıkta kaybolmak üzere olan Dünyanın emri İlâhi ile uluşturulmuş kurtuluş pusulası… İki cihanda da mutluluk muşlusunu tüm çağlara muştulayan Kutlu Dağ…

Uhud Dağı, Emri İlâhinin istikametinde, istikrar ve istikamet rotasını belirginleştiren Sünnet-i Resulullah…

Bir ve birlik olmanın, yok olmamak için var olmanın tılsımını barındıran Mutlu Dağ…               Zeytin Dağı, barış ve esenlik için cehd ve direnişi aşılayan, manzarasında Mescid-i Aksa’yı gönüllere taşıyan kıyam ezanlarının okunduğu çağrı merkezi… Hira’nın nurunu, Uhud’un sürurunu korumak ve kollamak, tüm insanlara yaymak ve ulaştırmak için şehadet ve zafer’in, gayret ve cihadın bir arada bulunduğu Umut Dağ-ı…

Mecid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa üç mübarek mezcid…Biri secde, diğeri rükû, diğeri ise kıyam’dır.

Mecid-i Haram dirilişin, Mecid-i Nebevi ilerleyişin, Mecid-i Aksa ise direnişin öğretildiği Mukaddes mektepler.

Biri imanın yerleşmesi yani fikir süreci, diğeri imanın harekete geçmesi yani eylem süreci, diğeri ise imanın meydan okuma süreci yani direnişin menbaı…

Kudüs, Mescid-i Aksa; etrafı mübarek, bereketli kılınmış, derunî bir irfanî açıdan kalplere sirayet eden gayrettir. Nefs ve maddeden, hevâ ve hevesten arınarak, dünyevi tüm bağları kopararak hür ve saf bir şekilde miraca çıkmanın, şeref ve izzeti kuşatmanın mekânı.  “Zaten sâlikin Miraç yolculuğunun gerçekleşebilmesi için tıpkı Hz. Muhammed’in bedenî ve Ruhanî miracını örnek almak suretiyle anâsır-ı erbaa’dan (Toprak, su, hava, ateş) sıyrılması gerekir.”

Anâsır-ı  Erbaa belki de şu anlamlarda kullanılmak istenmiştir. Topraktan yani rızık endişesinden, sudan yani bedenin asli ihtiyaçlarından, ateşten yani sufli arzu ve emellerden, havadan yani hayattan– Candan sıyrılmak gerek. Özde sadece tevhid-i iman ve ihlas, başkasına ne hacet… Belki de bu nedenle “Nitekim Kudüs, meleklerin, kanatlarını üzerine açtıkları bir yer olarak tasvir edilmiştir.”

Mescid-i Aksa’nın ve çevresinin kutsal ve bereketli oluşu Kur’an’ı Kerim’de muhtelif ayetlerde dile getirilmektedir. Bu kutsallık ve bereket her açıdandır. Maddi, manevi… Cehd ve gayretin bereketlendiği cesaret ve ferasetin, hâfız ve muhafızın ilim ve irfanın…

Vahdet; “bir ve tek olmak, tek kalmak” anlamındaki vahd kökünden mazdar olup “birlik, teklik, bütünlük” anlamında kullanılır. Kesretin karşıtıdır.

Peki, ümmetten kesreti Kudüs’ün özgürlüğü ile mi, yoksa Kudüs’ün esareti ümmetin vahdetiyle mi son bulacak?

Kudüs yarası yaklaşık bir asırdır durmaksızın kanamaktadır. Kudüs yıllardır esaret ve ızdırap içinde… Eğer Kudüs davası vahdeti getirecek olsaydı çoktan Vahdet oluşmuş olurdu.

Kudüs ümmetin vahdetini değil, ümmetin vahdeti Kudüs’ü getirecek. Vahdetin tacı Kudüs, Kudüs’ün şanı Vahdet olacak… Ümmet Vahdet bilincine ne zaman ulaşırsa işte o zaman Kudüs Özgür olur. Ümmet, Vahdet hakikatine ulaşmak için adete çırpınmakta, ancak bireysel veya hizibsel bazı handikapları bir türlü anlamaya, açmaya yanaşmıyor. Özellikle ferdiyetçilik illetinden kurtulmuş cemaat, cemiyet, bir ve birlik olma şuuruna erişmiş tevhidi yapılar, yukarıda da bahse konu olan anâsır-ı Erbaa yükünü sırtından bir türlü indiremiyor. Dolayısıyla bu ağır yüküyle ne Kudüs’e gidilebiliyor ne de manevi miraca çıkılabiliyor. Bu dört ana unsur ümmetin kesretine neden olan engeller, çıkmazlardır da.

BİRİNCİSİ: Cemaatin, cemiyetin veya kurum ve kuruluşun işleyişi için gerekli olan zahiri, maddi giderlerin tükenmesi endişesi… Vahdet evvela fedakarlık ister. Bu fedakârlığın en kıymetsizi de muhakkak ki maddi olanıdır. Bunu bile sağlayamadan vahdete yolculuk başlamadan bitmiş oluyor.

İKİNCİSİ: Cemaatin var olma mücadelesinde tüm enerjisini harcaması veya başkaca bir alana asla destek çıkmaması durumu. Vahdet Ümmet olabilmek için olmalı. Yani ben varım demekle biz olmuyoruz. Ümmetin vahdeti özellikle cemaatsel, kurumsal enenin yok olmasıyla var olmaya başlar. En iyisi, en doğrusu, en ciddisi benim demek doğru olsa bile vahdete engel teşkil edecektir ve ediyor da.

ÜÇÜNCÜSÜ: Tarafgirlik ve çokluk içtiyakı…

Sadece bu ur bile ferdi cemaat olmaktan, çok cemaati de Ümmet olmaktan engellemeye yeter de artar. Bu ur’un tedavisi fert için fenafi’l cemaat, cemaat için de fenafi’l Ümmet olmaktır.

DÖRDÜNCÜSÜ: Uhuvvet ve Vahdet uğruna gerekirse candan, cemaatin kendine has düsturlarından, nas dışı kaide ve kurallarından vazgeçebilmektir. Nasıl ki insanlar vazgeçebildikleri her şeyden daha kıymetlidirler. Cemaat veya cemiyetlerde Vahdet hatırına vazgeçebildikleri kadar vefalıdırlar. Vefaları kadar da uhuvvet taraftarıdırlar.

Bu yönüyle anâsır-ı Erbaa yükümüzden kurtulduğumuz zaman Mescid-i Aksa, İsrâ ve miraçtaki seyrüseferde bir durak, insanlığı zilletten izzete götürecek bir Burak ve müslümanları cemaatten ümmete ulaştıracak bir konak olabilir.

Evvela handikaplar aşınmalıdır. Saniyen (ikinci olarak) uhuvvet ve Vahdet şuuruyla kuşanmalı, Salisen (üçüncü olarak) Mescid-i Aksa özgürlüğüne kavuşturulmalı. Aynen Mekke, Medine ve Filistin şehirlerinin manevi havası gibi. Vahdet de Mescid-i Aksa’nın özgürlük merhalelerinden geçecektir. Fikir, eylem ve direniş süreçleri… Bu merhaleler sıralı var olacak ve sonunda zulüm ile istikbarı yeryüzünden tamamen sökülüp atılacak.

Şu anda Vahdet, Mekke evresinin sonuna doğru hızla iyileşmektedir. Özellikle halen devam eden Aksa Tufanı cihadıyla Vahdet, Ümmet içinde söz ve duygu açısından Mekke dönemini bitirmiş düzeye varmış denebilir. Dua, infak, boykot ve sessiz kalamama açısından bu ilk merhalenin oluştuğu net bir şekilde müşahede edilmektedir.

Vahdettin Mekke everesinde bir ve birlik olmamız gerektiği fikri, bilinci bu günlerde oluşmuştur. Yüzyıllardır kanayan yaralarımızdan biri iyileşme belirtisi göstermektedir.  İnşallah yakın bir zamanda Medine evresinde bu şuur ve bilinç yayılacak ve sonrasında Filistin  evresine geçecektir. Yani bilinçli birliktelik, inançlı direniş ve ümmetçe dünyanın çürümüş düzenlerinin tümüne karşı meydan okumak…

Şehitlerin o pak, temiz, saf ve bereketli kanlarıyla artık vahdet dirildi ve Vahdet bilindi. İnşallah Vahdet direnecek ve Vahdet ilerleyecek… Sonunda insanlık kazanacak ve tüm dünya huzur ve selamete erecektir.

BİİZNİLLAH…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.