HAYALİN İÇİNDEN ÖYKÜLER BU KERVAN NEREYE GİDİYOR? 

Yayınlama: 09.09.2025
Düzenleme: 04.09.2025 18:10
A+
A-

Birkaç günlüğüne geldiğim bu metropolün en işlek caddelerinden birinde, hızlı adımlarla yürüyorum. Tam anlamı ile bir insan seli ve herkes bir koşturmaca halinde. Belli ki herkesin çok acelesi var. Anlaşılan büyük şehirlerin dünya telaşı da büyük oluyor. Yüzler genelde asık ve bir gerginlik hakim. Hep daha fazlasını isteyen tüketim çılgını insanların ortak yüz ifadesi bu. Bu ifadeyi aynaya baktığımda bazen kendimde de görüyorum.

Büyük bir çoğunluk cep telefonu ile konuşuyor. Hatta bunu kablosuz kulaklıkla yaptıkları için kendi kendine konuşan insanlardan oluşan bir koro gibiler. Verdikleri konser elbette dinlenecek türden değil. Bir gürültü, bir karmaşa, bir keşmekeş. Bir yel esse, bir kuş ötse, bir yaprak hışırdasa duyan olmaz bu yerde. Bir kısmı da bu yüzden olsa gerek kulaklarını konuşmak için değil müzik dinlemek için kullanıyor. Ben ne müzik dinliyorum ne de telefonla konuşuyorum. O yüzden maruz kalıyorum bu konsere. Bu iç daraltan manzaraya bu yüzden şahit oluyorum.

Gökyüzüne bakıyorum bir an. İyi ki gökyüzü var. Güneş geniş bir bulut kümesinin arkasında tutuklu kalmış. Ay ise daha akşam ezanına bir saatten fazla olmasına rağmen göğün bulutsuz bir bölümde başlamış arz-ı endam etmeye.

Aklıma geçen hafta bir gece yarısı gökyüzünde seyrettiğim meteor yağmuru geliyor. Ayın parlaklığı ve yıldızların çokluğu çok etkileyiciydi. Hatta oradan evrendeki yıldız sayısının dünyadaki kum tanelerinden daha çok olduğuna dair yapılan bir araştırmaya gidiyor aklım. Sonra, çok eskiden bir belgeselde izlediğim o muhteşem dans ediyor gözlerimin önüne. Hem ayın, hem dünyanın, hem güneşin ve diğer güneşlerin gezegenlerin kendi eksenlerinde ve birbirlerinin etrafında döndükleri o muhteşem dans…

Evrenin sakinleri hep beraber akıl almaz bir hızla dönerek durmaksızın ilerliyorlar. 

Tam o anda davudi bir sesten şu cümleyi işitiyorum:  

“Ey ahali! Bu kervan nereye gidiyor?”

Etrafıma bakınıyorum ve bu cümleyi bana söyleyecek bir hal ve durumda hiç kimseyi göremiyorum. Herkes kendi halinde ve kendi yörüngesinde ilerliyor. Ben kimsenin umurunda değilim. Hatta kimse kimsenin umurunda değil. Kafam karışıyor. Fakat bu cümleyi duyduğuma eminim. Bu kadar gürültü içerisinde duyduğum için istemsizce gülümsüyorum. 

Aynı cümleyi aynı sesten bir kez daha duyuyorum: 

“Ey ahali! Bu kervan nereye gidiyor?”

Bu kez gülümseyemiyorum. Hatta fena ürküyorum. Ses şok etkileyici, soru çok ilginç. Bu zamanda kervan mı kaldı? Tekrar bakınıyorum etrafıma, böyle konuşan birini göremiyorum. Bu sesin gaipten geldiği kesin fakat neden geliyor, neden duyuyorum, sesin sahibi kim?

Biraz daha ilerledikten sonra yolun karşısına geçmek için yayalara yeşil ışık yanmasını beklediğim sırada, karşı taraftan da bu tarafa geçmek için aynı ışığı bekleyen kalabalığın içinde bir adam dikkatimi çekiyor. Nasıl çekmesin ki? Adam dün gece okuduğum Filibeli Ahmet Hilmi’nin Amâk-ı Hayal/Hayalin derinliklerinde isimli kitabında bahsi geçen, mezarlıkta bir kulübe de yaşayan “Aynalı Baba’nın” tarifine çok uyuyor. Paltosundaki ve şapkasındaki ayna parçaları kalabalığın içinde bile gizlenemeyecek kadar görünür kılıyor onu. O an tuhaf bir duygu kaplıyor içimi ve irkiliyorum:

Yoksa onu benden başkası görmüyor mu?

Yeşil ışık yanıyor. Ben ve onlarca kişi yolun karşısına geçerken karşıdan gelen onlarca kişiyi arasından onu göremiyorum. Gözden kaçırdığım için üzülüyorum. Fakat karşıya geçtiğimde onun yerinden ayrılmadığını görmek beni sevindiriyor. Kırmızı ışık tekrar yanıyor. Beklemeye başlayan yayaların sayısı çok kısa bir sürede yine onlarca kişiye ulaşıyor. Yanına yaklaştığımda onun bir şeyler mırıldandığını fark ediyorum. Biraz daha yaklaştığımda duyduğum o ses ve o cümle beni derinden sarsıyor:

“Ey ahali! Bu kervan nereye gidiyor?”

Benim yüzlerce metre öteden bu mırıldanmayı duymuş olmamı kendime izah edemiyorum.

Vücudu karşı tarafa dönük bir halde, aynı soruyu ardı ardına, bakmaksızın soruyor. İçimden bir ses onun aslında cevabı gayet iyi bildiğini söylüyor. Tam o anda birisi benim ona olan ilgimi fark ederek bir açıklama yapmaya başlıyor:

“Biz ona “Kervancı” ismini taktık. Her gün buraya gelip bazen mırıldanarak, bazen karşı tarafta bekleyenlere doğru bağırarak saatlerce aynı soruyu sorar. Ara sıra şikayet eden, polise haber veren de çıkıyor. Alıp götürdükleri de oldu. Fakat çok geçmeden yine geldi. Galiba cevap almadan da gitmeyecek.”

Bu son cümleyi söylerken gülümsüyor adam. Ben onu, benden başkasının da görüyor olmasından dolayı biraz rahatlıyorum. İkimiz de yanı başındayız Kervancının. O karşı tarafa doğru bu sefer yüksek tonda bağırarak yineliyor sorusunu:

“Ey ahali! Bu kervan nereye gidiyor?”

Bu sefer ben konuşmuyorum ve “Bu sorunun cevabını ben biliyorum” diye bağırıyorum.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.