Sanki her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor, yarım bırakıyor gibi hissediyorsun bazen.
Hayallerin hep yarım kalmış, beklentilerin hiç karşılanmamış gibi geliyor. Hem kendine karşı hem dünyaya karşı yorgunsun, kendine küsmüşsün de zamana yayılan o sessizlik göz bebeklerinde birikmiş gibi işte.
Kendine karşı beslediğin öfke, dünyaya karşı biriktirdiğin kırgınlık ağırlık olmuş içinde de taşıyamıyorsun sanki. Hayal kırıklığı yaşıyorsun sık sık ve en çok kendine küsüyorsun. Kirpiklerinden kurduğun idam sehpalarının tekmesini sen atıyorsun.
Düşlerine çelme takmışlar da seni düşürmüşler gibi hissediyorsun işte bazen de. Herkes sanki hayal kırıklığı senin için.
****
Aslında hayal kırıklığı dediğimiz şey içimizde yarım kalan bizdir, biliyor musun?
İnsanoğlu düşleriyle yoğrulmuş hamura benzer. Hayatın fırınında pişerken, düşlerin mayası verir ona tadını, kokusunu, anlamını.
Hayat sahibi olunmadan yaşam göğümüz karanlık bir boşluktan ibaret kalır.
Ama işte hayal sahibi olmakla hayal âleminde yaşamak aynı şey değil. Ayakları yere basan hayaller ile gerçeklikten kopuk sanrılar da asla aynı değil.
Bunu da düşünce öğreniyorsun.
***
Düştüğümüz yerden kalkmak istiyorsak neyi düşlediğimizi ve nereden düştüğümüzü bilmemiz gerekiyor. Önce düşüşümüzün haritasını çıkarmalıyız. Nereden düştük, neden düştük ve nereye varmak istiyoruz?
Düşmek ve düşlemek aynı hakikaten iki yüzü gibi. Yarım kalmış olan eylem değil, kalbin meylettiği istikamet yani.
Düş görmenin değil, düş kurmanın ustası olmalıyız. Bu iki dünyanın arasında salınan ruh, ancak ikisini de kucakladığında olgunlaşır.
Başka türlü diz kapaklarımıza üfleyen birilerini arar, üflemediler diye yeni düş kırıkları biriktiririz.