Toplum olarak acıyı paylaşmak, bizim en kadim özelliklerimizden biridir. Cenazesi olan bir komşumuzun, dostumuzun, yakınımızın acısına ortak olmak, hem insanî hem de dinî bir vazifedir. Ancak ne yazık ki, İslam’ın taziye anlayışı ile günümüz uygulamaları arasında ciddi bir uçurum oluşmuş durumda.
ASIL ANLAMI UNUTULAN BİR GELENEK
Taziye, Arapça kökenli bir kelimedir; teselli etmek, sabır dilemek, acıyı paylaşmak anlamına gelir. Yani taziyenin özünde, ölüye değil, dirilere destek olmak vardır. Resûlullah (s.a.v.) buyurmuştur:
“Her kim musibete uğrayan bir kardeşini taziye ederse, Allah Teâlâ ona takdir ettiği elbisesini (sevabını) giydirir.”
(Tirmizî, Cenâiz 61)
Bu hadisten anlaşılacağı üzere taziye, duygusal dayanışma ve sabır telkini içindir; yemek, sohbet veya misafir ağırlama değil.
ESKİDEN KOMŞULAR YEMEĞİ GÖTÜRÜRDÜ, ŞİMDİ TAZİYE EVİNDE YER OLDU
Bir zamanlar, vefat eden kişinin evinde ocak yanmaz, komşular o evin yemeğini üstlenirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Cafer’in şehadetinden sonra,
> “Cafer ailesine yemek hazırlayın; çünkü onların başına kendilerini meşgul eden bir musibet geldi.”
(Tirmizî, Cenaiz 61)
buyurarak bu konudaki inceliği bizlere öğretmiştir.
Bugünse bu sünnetin tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Taziye sahipleri, acıları tazeyken, misafir ağırlama telaşına düşüyor. Günlerce süren kalabalık, sabah kahvaltısından akşam yemeğine kadar servis edilen yiyecekler, kimi zaman büyük bir maddi yük, hatta borç kapısı haline geliyor.
Bazı aileler bu yükün altından kalkabilmek için faizli krediye başvuruyor. Bu durum hem ekonomik hem de dini açıdan büyük bir yanlış.
GÖSTERİŞ VE YARIŞ HALİNE GELEN TAZİYELER
Bugün taziye evleri adeta bir yarış alanına dönmüş durumda.
“Kim daha iyi yemek veriyor?”,
“Kim daha çok çay ikram ediyor?”,
“Kim daha geniş taziye evi kurmuş?”
soruları, acının paylaşılmasının önüne geçmiş durumda.
Oysa taziye, gösteriş değil vakar ister.
Taziye yeri, sohbet değil, sükûnet yeridir.
Bazı taziyelerde kahkahalar, yüksek sesli sohbetler, hatta siyaset tartışmaları bile yapılıyor. Bu, ölüye de, yakınlarına da, orada bulunanlara da saygısızlıktır. Peygamber Efendimiz’in, bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalktığını hatırlayalım. “O bir insan değil miydi?” diyerek insan onuruna olan saygısını göstermiştir. Bizim de taziyede bulunurken aynı hassasiyeti göstermemiz gerekir.
KADINLARIN TAZİYEDEKİ YANLIŞ ANLAYIŞI
Bir başka dikkat çeken konu ise, bazı kadınların taziye evlerinde sabahtan akşama kadar oturması, sohbet etmesi, hatta dedikoduya dalmasıdır. Oysa dinimiz, taziyeyi kısa tutmayı, duayı ise samimi tutmayı öğütler.
Eğer bir kadın taziyede yardım ediyorsa, hizmette bulunuyorsa, elbette bu güzeldir. Ama sadece vakit geçirmek veya konuşmak için bulunmak, taziyenin ruhuna zarar verir.
Ne Yapmalı?
Artık bu konuda bir farkındalık oluşturma zamanı geldi.
Alimlerimiz, imamlarımız ve kanaat önderlerimiz hutbelerde, sohbetlerde bu konuyu gündeme getirmelidir.
Taziyeler sade, sessiz ve dua ağırlıklı olmalıdır.
Taziye evinde yemek verilmemeli, aksine komşular o evin yükünü paylaşmalıdır.
Gelenler en fazla 10-15 dakika oturup, Fatiha’sını okuyup ayrılmalıdır.
Unutmayalım ki, taziyenin amacı yedirmek, içirmek, ağırlamak değil; dua etmektir.
Taziye, bir yarış değil, vicdan muhasebesidir.
Ve acıyı paylaşmanın en güzel yolu, sessiz bir omuz, içten bir dua ve yürekten bir sabır dileğidir.
Son Söz:
Toplum olarak yeniden özümüze, Kur’an ve sünnetin gösterdiği sadeliğe dönmeliyiz.
Taziye, gösterinin değil gönül birliğinin mekânı olmalıdır.
Unutmayalım, ölünün ardından yapılan her israflı davranış, ne onu ne de bizleri yüceltir.
Yücelik, kalpten edilen duada ve sade yaşanan paylaşımda gizlidir.