7 Ekim’den bu yana yaşananlar, İslam dünyasının vicdanına güçlü ve sarsıcı bir ayna tuttu.
Hamas’ın İsrail tarafından Gazze halkına uyguladığı açık cezaevi uygulamasına ve İsraili elinde bulunan Ve rehin olarak hapishanelerdeki kardeşlerimiz için başlattığı harekat sonrasında bir çok İsraili vatandaşı rehin alarak rehin takasına girmenin yolunu aramıştır. Ve aldıkları rehinelere en iyi şekilde davranarak İslamın savaş esirlerine nasıl davranması gerektiğini tüm dünyaya göstermiştir. Bu sadece insani bir refleksle değil, aynı zamanda İslami değerlerin, merhamet ve adalet anlayışının da bir göstergesi oldu.
Peygamber Efendimiz’in rehineler yaklaşımıyla örtüşen bu eylem, birçok kesimde saygı ve hayranlık uyandırdı.
Ancak böylesi stratejik manevralar yapılırken, en başta göz önünde bulundurmamız gereken gerçek şu: Savaşı halkın yaşadığı yerlerde sürdürmek, ne acı veren tabloları önler ne de toplumu korur.
Karşınızdaki düşmanın, mağlubiyetten öte acımasızca bir yaklaşım sergileyeceğini hesaba katmadan ilerlemek, maalesef halkın güvenliğini tehlikeye attı. Savaş sahasındaki strateji ne kadar planlı olursa olsun, bedel hep masum sivillerin omzuna bindi.
BİLANÇO: SİVİL BEDEL NE KADAR AĞIR?
İsrail-Gazze savaşı, ne yazık ki bugün “sivil” kavramını yeniden tanımlamaya zorlayan bir boyuta ulaştı. Son verilere göre:
Sivil can kaybı: Yüzbinleri aşan kadın, çocuk ve yetişkin hayatını kaybetti.
Engellenen gelecekler: Yaralanan veya sakat kalan binlerce sivil var.
Zalim kuşatma ve açlık: Abluka altında temel insani ihtiyaçlara erişim kısıtlandı; açlık nedeniyle yaşamını yitirenler söz konusu.
Bu veriler sadece sayılar değil; her biri bir umut, bir gelecek, bir insan demektir. Kaynaklı ve güncel istatistiklerle bu tabloyu netleştirmek, vicdani sorumluluğumuzdur.
FARKLI ÖLÇÜMLER, AYNI VİCDAN SINAVI
İsrail’in “dünyadan tepki” almaya devam eden bu saldırgan politikasına karşı, çoğu liderin söylemlerindeki yetersizlik düşündürücü. Başka bir devlet böyle bir durumda olsa, nefesler tutulur, yer yerinden oynardı. Ancak hadiselerin içiresinde İslam dünyası olduğunda, sanki ‘sağır ve kör’ bir sessizlik hâkim oluyor. Müslüman ülkelerin liderlerinin bu konudaki donukluğu, yalnızca uluslararası arenada değil, toplum vicdanında da derin soru işaretleri yarattı.
KISA BİR PERSPEKTİF: TOPRAK, GÖÇ VE DUYARSIZLIK
İsrail’in politikası malum: Dicle-Fırat arası, toprak ve nüfusa dair stratejilerin merkezi. Ne yazık ki, savaş ya da ekonomi yoluyla adım adım toprakları ele geçirmeye çalışıyor. Ayrıca, ülkemizde ve Kıbrıs’taki yabancı vatandaşların toprak satın alımı ve yerleşim baskısı bu stratejinin başka cepheleri. Bu kadar kritik bir zamanda, ülkemizin “yabancılara toprak satışı”na dair yasalar çıkarması, stratejik bir önlem olarak önem kazanıyor.
Boykot:
Gerçek savaş, sadece sahada fiziksel silahlarla yapılmıyor. Gazze’ye yönelik bu zulmün finansal destekçilerine karşı durabilmek, güçlü bir tüketici refleksi ile mümkün olabilir. Ve şu an İslam ülkelerinde, İsrail’le iş yapan firmaların ürünleri raflarda yer alıyor; ve bizim onlara kazandırdığımız finanslar ile kendi ayağımıza sıkılacak kurşunu kendi paramızla onlara bizler sağlıyoruz. Ancak bilinçli bir boykot, müslüman halkın “düşmana destek vermemek” adına gösterebileceği en etkileyici duruştur. Finansal kanallar ne kadar tahrip edilirse, zulmün devamlılığı o kadar zorlaşacaktır.
SONUÇ: ARTIK UYANMALI, DİRENMELİ, SAVUNMALI
Hamas’ın 7 Ekim sonrası attığı adımların halkı ezen bir lojistik gücü ortaya çıkardığının farkındayız. O denli zor şartlar altında yaşayan Gazze halkının çektiği acılar, evlerindeki yarınları çaldı. Bizler, dua etmekle kalmayıp, stratejik ve vicdani sorumluluklarımızı da sorgulamakla yükümlüyüz.
Ümmet olarak ileri atılmalı, sesimizi yükseltmeli ve gerçek anlamda “uyanış” için adımlar atmalıyız. Çünkü bu vebali üzerimizden atmadan, “kış uykusundan” uyanmamız mümkün olmayacaktır.