EMANETİ YÜKLENEN İNSAN…

Yayınlama: 28.07.2025
Düzenleme: 25.07.2025 13:02
A+
A-

İlgili âyetin meali şöyledir: “Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir” (Ahzâp Sûresi, 72)

Peki, emaneti yüklenen insan neden çok zalîm ve çok cahildir?

İman ve marifet sahalarında terakki etmesi için verilen o büyük istidat sermayesini yanlış kullanarak küfre düşen insanlar çok zalim ve çok cahildirler. Zalimlikleri emanete hıyanet etmeleri, cahillikleri ise bu hıyanet sonunda uğrayacakları büyük cezayı bilmemeleri ve dikkate almamalarıdır.

Küfre giren bir insanın ne kadar büyük bir zulüm işlediği 23. Sözde şöyle nazara verilmektedir: “…Küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün Esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, (Çürütmek, küçük  düşürmek, eğlenmek, alaya almak) bütün insaniyetin terzilini (Rezil etmek, itibarını kırmak) tazammun eder.”

Burada küfür cinayetinin üç ayrı yönüne dikkat çekiliyor.

BİRİNCİSİ “BÜTÜN KÂİNATIN TAHKİRİ”:

Tahkir; aşağılama, hakaret etme demektir. Şirk üzere yaşayan bir insan, düşündüğü aklından, konuştuğu dilinden, kanını pompalayan kalbinden, ciğerlerini temizleyen havadan, tâ onu sırtında gezdiren dünyaya, yolunu aydınlatan güneşe kadar bütün bir kâinatı o şirke bir nevi ortak etmiş.  Böylece onlara bir nevi hakaret etmiş olur. Zira bütün bu itaatkâr mahlûklar o şahsın şirkine yardım etmiş olurlar. Bu ise onlar için büyük bir zillet olacağından azim bir zulümdür.

İKİNCİSİ “BÜTÜN ESMÂ-İ İLÂHİYENİN TEZYİF”:

Tezyif; aşağılama, küçük düşürme demektir. Nur ,Külliyatında “Hakiki hakaik-i eşya esma-i ilahiyedir.” buyurulur. Ahsen-i takvimde yaratılmış bulunan insan, ilâhî isimlerin en mükemmel aynasıdır. Yaratılışıyla Hâlık ismine, hayatıyla Muhyi ismine, şekliyle Musavvir ismine, rızıklanmasıyla Rezzâk ismine ayna olur. Bütün Esmâ  tecellileri ile var olan insan, bu tecellileri küfür ve isyan sahasında kullanmakla büyük bir zulüm işlemiş olur.

ÜÇÜNCÜ ZULÜM “BÜTÜN İNSANİYETİN TERZİLİ”

Terzil; aşağılama, rezil duruma sokma manasına geliyor.

Ahsen-i takvimde yaratılan, iman, marifet ve muhabbet vadisinde büyük dereceler kat etmeye namzet olan insanı, küfür ve şirkin bataklığına düşürmek, insanlık mahiyetine yapılan en büyük bir zulümdür.

GİZLİ HAZİNELERİN ANAHTARI OLAN ENE

“ENE, künûz-u mahfiye olan Esmâ-i İlâhiye’nin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlâkının dahi anahtarı olarak bir muammâ-yı müşkilküşâdır, bir tılsım-ı hayretfezâdır.” (Sözler)

Muamma kelimesine “bilinemezlik, aklın gücünü aşan, çözümü çok zor problem” gibi manalar veriliyor. Müşkilküşâ ise, zor olan şeyi açıp çözen demektir. Buna göre, enenin mahiyetini tam olarak bilmek insan idrakini aşmakla birlikte, birçok hakikatler de yine o enenin yerinde kullanılması ile açılıyor. Nice bilinmez sırlar onunla bir derece keşfedilebiliyor. Bu sırların başında “künûz-u mahfiye olan esmâ-i İlahiye gelir.

Künûz-u mahfiye gizli hazineler demektir. İlâhi isimlerin gizli olmaları, görülmemeleri cihetiyledir. Bu isimler ancak tecellilerle kendilerini gösterirler. Mesela, Allah’ın Rezzak ismi görünmez. Biz bu ismin varlığını rızıklar âlemini müşahede etmekle biliriz. Hayvanlar da rızıklanırlar, onlarda da Rezzak ismi tecelli eder. Ancak onlar bu ilâhi ismi bilmezler. Sadece onun tecellilerinden istifade ederler. Zira kendilerinde ene yoktur, yani insandaki mükemmel istidattan mahrumdurlar. Bundan dolayı bir rızıktan istifade ettiklerinde, “Ben bu rızka muhtacım, bunun bana gönderilmesine vesile olan ağaçlar, bostanlar, tarlalar ise beni bilmez, tanımazlar. Beni rızıklandıran ancak bütün bu sebeplerin sahibi olan Allah’tır.” demekten mahrumdurlar. İşte eneyi doğru kullanarak bu hükme varan insan, künûz-u mahfiyeden Rezzak isminin anahtarını bulmuş ve bu düşünceyle o hazineyi açarak Rezzak’ını tanımıştır.

Bütün rızık çeşitleri Rezzak isminin hazinesinden ayrı birer cevher, farklı birer pırlantadırlar.

Muhyi ismi ayrı bir hazinedir, o da görünmez. Karıncanın hayatından, balinanın hayatına, meleklerin ve cinlerin hayatlarından insanların hayatlarına kadar bütün hayat çeşitleri hep o ismin hazinesinden gelmektedir.

Kainat ve insan… Bediüzzaman’ın ifadesiyle birisi ağaç, diğeri ise onun meyvesidir. İşte enenin doğru kullanılmasıyla hem insanda, hem de kâinatta tecelli eden ilâhi isimler bilinir ve okunur. Kâinattaki varlıkların ne oldukları da ene sayesinde bilinir. İnsanın, kanın hava ile temizlendiğini bilmesiyle, havanın yaratılış hikmeti ve tılsımı keşfedilmiş olur. İnsanla münasebeti olan bütün varlık âlemi aynı şekilde değerlendirilebilir. Hepsinin tılsımı ene ile yani insan ruhundaki o mükemmel istidat ile keşfedilir.

****

Kâinat tılsımının önemli bir ciheti de bu âlemin niçin yaratıldığıdır. İşte enenin doğru kullanılmasıyla, hadis-i şerifte “ahiretin tarlası” olarak tasvir edilen bu âlemin tılsımı açılır ve bu kâinatın cennet ve cehennem meyveleri veren muhteşem bir ağaç olduğu bilinir. Bediüzzaman Hazretleri bu âlem hakkında “Başka bir âlemin mahsulatının tezgahı hükmünde çarkları dönüyor” buyurmakla bu hakikate dikkatimizi çekiyor.

Başka bir cümlede ise şu hakikat dersi yer alır: “O Ene, mahiyetinin bilinmesiyle, o garip muamma, o acip tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künûzunu dahi açar.”

Mahiyet bir şeyin “ne olduğu” sorusunun cevabıdır. Bir camiyi göstererek “Bu bina nedir?” diye sorduğumuzda “cami” cevabını alırız. Bir insana da “Sen nesin?” diye sorduğumuzda “insanım” diyecektir ve mahiyetini böylece dile getirecektir. Milyonlarca tür canlı içerisinde bu soru sadece insana sorulabilir ve gerekli cevap alınabilir.

İnsanın “O” diyebilmesi için “ben” diyebilmesi gerekir. Ene diyemeyen “Hüve” (O) diyemez. “Nefsini bilen Rabbini bilir.” hükmünce kendini bilmeyen Rabbini de bilemez. Yani insan bir terbiyeden geçtiğini bilecektir ki, kendisini terbiye edeni bilebilsin.

İşte ene, insanın mahiyeti demektir ve bunun şuurunda olması da nefsini bilmesidir.

Enenin kendi mahiyetini bilmesinin birçok alt şubeleri vardır. Ben insanım, kulum, mahlûkum… demesi işin başıdır. Bunu birçok dallar takip eder. Ben canlıyım, akıllıyım, şuurluyum, irade sahibim, severim, korkarım, şükrederim gibi ruha ait ana özelliklere, bedene ait olanları da ekleyebiliriz. Ben iki göz, iki el, iki ayak sahibiyim; kalbim, midem, ciğerlerim, böbreklerim vardır gibi.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.