Bayram, sadece takvimdeki özel günlerden biri değildi bizim için. Özellikle 90’lı yıllarda çocuk olan bizler için bayram; umut demekti, heyecan demekti, birlik ve paylaşım demekti. Bayram, sadece bir güne değil, günler öncesine yayılan bir coşkunun adıydı.
Bayram gelmeden bir hafta önce başlardı heyecanımız. Mahalledeki arkadaşlarımızla bir araya gelir, bayram sabahı ne yapacağımızı, hangi evlere uğrayacağımızı, ne kadar harçlık toplayacağımızı planlardık. Sanki bir şenlik için prova yapar gibi her ayrıntıyı konuşurduk. Bayramın gelişini adeta bir çocuk bayramı gibi değil, küçük bir halk hareketi gibi karşılar, geri sayıma başlardık.
Bayram arifesinde alınan bayramlıklar, çocuk kalbimizde en kıymetli hazinelere dönüşürdü. Yeni ayakkabılarımızı kutusundan çıkarır, başucumuza koyar öyle uyurduk. O gece uyumak zordu çünkü sabah bambaşka bir gün olacaktı. Annelerimiz mutfağın ışığını sabaha kadar söndürmez, nefis yemeklerin kokusu evin her köşesini sarardı. Babalarımız ise sabahın erken saatinde bayram namazı için bizi özenle hazırlar, ailece caminin yolunu tutardık.
Namaz sonrası, cemaatle bayramlaşmanın ardından eve dönüş başlardı. Evde büyüklerin ellerini öper, ilk harçlıklarımızı alır almaz, soluğu sokakta alırdık. Herkesin üzerinde yepyeni kıyafetler, yüzlerde ise pırıl pırıl gülüşler vardı. Mahalle mahalle dolaşır, “şekerin bol olsun” nidalarıyla kapıları çalardık. Hangi komşunun en güzel şekeri verdiği, kimin ne kadar harçlık verdiği, en çok kimin topladığı hep sohbet konusuydu.
Sonra ver elini çarşı… Her yer kapalı olsa bile umurumuzda olmazdı. Açık bulduğumuz bir ciğercide yediğimiz dürüm, bize Michelin yıldızlı sofralardan daha lezzetli gelirdi. Karnımız doyar, yüzümüz güler, kalbimiz sevinçle dolardı. Mahalleye dönüş yolunda elimizde kız kaçıranlar, torpiller… Oyunla, kahkahayla, küçük sürprizlerle geçerdi günler.
Ve şimdi dönüp baktığımızda soruyoruz kendimize: “Nerede o eski bayramlar?”
Bugünün bayramları, teknolojiye ve konfora esir düşmüş gibi… Artık çocuklar bayram sabahına değil, tabletten oyun saatine uyanıyor. Bayramlar önceden planlanmış tatil köylerinde, kalabalıktan uzak, doğadan uzak, ama en çok da aileden uzak bir şekilde geçiriliyor. O sıcak kucaklaşmaların yerini soğuk mesajlar, o birlikte yenen sade yemeklerin yerini sessiz ekran karşısı kahvaltılar almış durumda.
Bayram; kalabalık sofralardı, dede dizinde edilen dualardı, herkesin birbirini tanıdığı sokaklardı. O sokaklar artık sessiz. Ne bayram sabahı koşturan çocuklar var ne de kapı kapı dolaşan minik neşeler…
Belki de değişen zaman değil, değişen bizleriz. Unuttuğumuz değerleri, görmezden geldiğimiz küçük sevinçleri hatırlamak için bir vesile olmalı bayramlar. O eski bayramları geri getiremeyiz belki, ama ruhunu yaşatabiliriz.
Bir çocuğun bayramlık sevincine ortak olarak, yaşlı bir elin sıcaklığını hissederek, sessiz kalan kapıları tekrar çalarak…
Bayramlar, sadece takvimdeki günler değil; gönülde kurulan köprülerdir. Gelin o köprüleri yeniden inşa edelim…