TEFEKKÜR NAME HAYATIN KAYNAĞI

Yayınlama: 12.11.2025
Düzenleme: 07.11.2025 13:16
A+
A-

“… Ölümü ve hayatı yarattı ..”(Mülk 2)

Hayatı ve ölümü tarif ederken genellikle hayatı esas alırız. Hayat, doğum ile ölüm arasında gerçekleşir. Ölüm ise hayatın sona ermesidir. Bizim için ikisi arasındaki ilişki zamanla bağlantılıdır. Bu sebeple önce yaşarız sonra ölürüz. Zaman, hayat ile birlikte düşünüldüğünde ömür, ölümle birlikte düşünüldüğünde ecel olarak isimlendirilir.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de bu tarifin çok ötesinde bir manaya işaret ediyor. Öncelikle “yarattı” ifadesinden her ikisinin de mahlûk olduğunu anlıyoruz. Önce ölümün sonra hayatın zikredilmesi ise bizi bu iki mahlûkun farklı açılardan tefekkür edip anlamaya davet ediyor. Hayata ve ölüme kendimizi merkeze koyarak bakarsak, hayat olmazsa ölüm de olmaz ve ölüm olmazsa hayat hiç bitmez diye düşünürüz. Ancak, sıralamayı değiştirirsek çok farklı bir mana ufka açılacak ve doğru bildiklerimizi yeniden değerlendirmemiz gerekecektir.

Hayat olmazsa ölüm olmaz ifadesi doğrudur ama eksiktir. Tamamlamak için şu soruyu sormak gerekir: Ölüm olmazsa hayat olur mu?

Bu sorunun cevabını ararken farklı kriterler açısından değerlendirme yapabiliriz. Bu bakış açılarından birisi rızıktır. Rızık, hayatın devamı için olmazsa olmaz derecesinde önemlidir ve hayatın hakkı olarak verilir. Şimdi bir an için ölümün dünya yüzünden safha safha kaldırıldığını hayal edelim. Ve önce bitkilerin ölümsüz olduğunu farz edelim. Bitkiler ölmeyince bitkiyle beslenen canlılar rızıklarını temin edemeyecekler ve hayatlarının devamı mümkün olmayacak. Hem bitkiler hem hayvanlar ölümsüz olsa, başta insanlar olmak üzere tüm canlılar rızıksız kalır. Bu durumda insan hayatı da devam edemez. Aynı durum denizler için de düşünülebilir. Hiçbir balık ölmezse hiçbir balığın karnı doymaz. Yani tüm canlıların hayatının devamı başka canlıların ölmesine bağlıdır ve bu noktadan bakıldığında ölüm aslında hayatın kaynağıdır.

Ölüm ve hayatı tefekkür ederken hayatın çoğalmasını nazara alırsak benzer bir neticeye ulaşırız. Bir tür ağaçtan başlayalım ve çınar ağaçlarının ölümsüz olduğunu hayal edelim. Bu durumda ilk çınardan bugüne kadar yaratılan tüm çınar ağaçları hala yaşıyor olacak ve muhtemelen Dünyada başka ağaca yer kalmayacaktı. Aynı şekilde, bir balık türü bile ölümsüz olsa, denizler balıkla dolar ve diğer balıklar şöyle dursun, suya bile yer kalmazdı. Tüm canlıların ölümsüz olduğu durumda dünyanın nasıl bir yer olacağını hayal bile edemeyiz. Yalnız şunu bilebiliriz ki; böyle bir durumda mevcutlar ölmeyeceğine göre canlılar çoğalmayacak. Yeni hayatlar yaratılmayacaktır. Yani bazı hayatların sona ermesi manasına gelen ölüm, aynı zamanda başka hayatların yaratılması için başlama noktası olacaktır. Bir başka deyişle ölümün varlığı, hayatın çoğalması ve tekemmül etmesi için gerek  ve şarttır.

İnsanoğlunun ölümsüz olması nazara alınırsa, dünyanın binlerce yaşında ihtiyarlarla dolması hayal edilebilir. Yaşlanmış, güçsüzleşmiş, bakıma muhtaç insanlar için yaşamak azaba dönecek. Bu insanlarla birlikte yaşamaya mecbur kalan gençlerin yükü ise dayanılmaz hale gelecektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde ölüm olmadan hayatın değerinin ortaya çıkmayacağı, onu kıymetli yapanın ölüm olduğu anlaşılır.

Bunlar gibi çok farklı konulardan çok misaller  sıralanabilir. Bu misaller bize hayat ve ölümün birbirinin hem sebebi hem neticesi olduğunu anlatmaktadır. Yine de insan, hayatın ebedi olmasını ister ve ölümden kaçar. Ebedi hayat ise bu dünyada mümkün değildir. Çünkü dünya, hem ebedi hayat için dardır, hem de kendisi fani olması sebebiyle sınırlı bir zamana sahiptir. Ebedi hayat ancak ahirette mümkündür. Bizi ahirete ulaştıracak yolun bir kapısını açacak anahtar ise ölümün kendisidir.

Bediüzzaman Hazretleri; “Dünya ebedi kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak ebedi ve sermedi olan darü-s selema açılmış bir kapıdır.”

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.