SANAT; Duyguların dışavurumu ve ruhun güzelliğinin yansımasıdır. Ayrıca duygu ve düşünceleri güzellikle anlatmak olarak da tarif edilir. Bazen sözle, bazen sesle, bazen resimle, bazen de bir film ile. Edebiyat, müzik, resim, fotoğraf ya da hepsini bir araya getiren sinema.
Sanat her zaman güzellikleri konu almaz. Aşk, milli duygular, kahramanlık, komedi ve hakikati tasvir de sanatın konuları arasında ele alınmıştır. Hatta çirkin ve trajik şeyler de sanatın içerisinde kendine yer bulabilir.
“Her şey zıddı ile bilinir” kaidesiyle çirkinlikler de güzelliğin derecelerinin anlaşılabilmesi için hayatın ve sanatın içerisine girmiştir. İlk insanlardan itibaren afetler, felaketler, savaşlar, salgın hastalıklar, göçler, işkence, idam ve ölüm sahneleri bile mitolojilerde, destanlarda, romanlarda, resimlerde ve özellikle sinemada her zaman yer almaktadır.
Psikolojik, fantastik, bilim-kurgu, zekâ bulmacaları içeren, insanı ters köşeye yatıran ve “Vay be! Sonunu hiç de böyle tahmin etmemiştim” hissi veren filmler de özellikle entellektüel insanların ilgilerini çekmeye devam etmektedirler.
Görsel medyanın, internetin ve özellikle de sosyal medyanın yayılmasıyla yeni kuşağın artık çok uzun metinlere kafa yormasını bırakın “Bir dakikadan uzun filmlere bile ayırmaya zamanı yok” desem mübalağa olmaz. Ancak son günlerde medya dünyası ana konusu ölü yıkayıcılığı olan “GASSAL” dizisi ile ezber bozacak gibi. Şimdiden 15 milyon kişinin izlediği rapor edilen dizi, ölüm gerçeğini de gündeme getirmiş durumda. Hatta bu dizi gösteriyor ki, içerisinde bâtıl ve kötü şeyler tasvir edilmeden de sanat ve sinema yapılabilirmiş. Dizinin senaryo, oyunculuk ve sanatsal efektleri ayrı bir film eleştirisi konusu.
Ben burada dizinin ana konusunun toplumdaki etkisini ilginç buldum. Ölüm, modern insanın duymak ve hatırlamak istemediği Nahoş bir konudur her zaman. Özellikle ebedi hayata inancı olmayan insanlar için ölmek, canını kaybetmek, sevdiklerinden ebedi ayrılmak, yok olmak ve dönmemek üzere bu hayata veda etmektir.
Bütün eğlenceler, sarhoş edici ve uyuşturucu maddeler aslında bunu düşünmemek için icat edilmiştir. Düşünmemek ve her şeyi unutmak için. Bu sebeple bütün sanat, edebiyat ve müzik dünyasının ruhunu sıksan damlayacak şey elem dolu bir feryattır.
Günümüz sanatı ve sanat anlayışı, insanlığa huzur ve Kemal verememekte, dahası kötü arzulardan arınmasını değil kötülüklerle donanmasını sağlamaktadır.
İnsanlık hala ruhun güzelliğini yansıtacak, insana ve insanlığa olumlu katkılarda bulunacak sanatçılara ve sanat anlayışına muhtaç…
“ÖLÜM GELİR SİZE DE, BİZE DE ULAŞIR”
Ölümün istisnası yok! Ne kadar zengin, ne kadar şöhretli olursanız olun ölüm gelir sizi bulur.
“Ne kadar sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde de bulunsanız ölüm gelir size ulaşır” (Nisa, 78)
Arabesk şarkıların müzik dünyasını kasıp kavurdu 70’li yıllarda gençler; ya Orhancı ya da Ferdici idi. Ben şahsen Orhancı olsam da Ferdi de dinlerdim. Kendine has özel bir ses rengi vardı. Yanık sesiyle ciğerlerimizi dağlardı adeta…
Şarkılar genellikle neşelendirir, eğlendirirken o bizi çoğunlukla hüzünlendirirdi. İşte o ağlatan, kasetleri, albümleri milyonlar satan ünlü besteci, söz yazarı, yorumcu Ferdi Tayfur 79 yaşında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Kaç yaşında olursa olsun, ‘zamansız’ deriz her ölüme. Oysa tüm ölümler hayatın asıl sahibine göre tam vaktindedir.
Dante’nin İlâhi Komedya’sındaki ana karakterlerden biri olarak bilinen İtalyan düşünür L. Seneca (M.S. 65). “Ölüm her şeyi eşit kılar” demişti asırlar önce. Gerçekten insanların bazısı yaşayıp bazısı ölseydi, ölüm dayanılmaz bir acı olurdu. Bu yönüyle ağayı da marabayı da, padişahı da dilenciyi de eşit kılıyor ölüm.
Hem de ne eşitlik. Bunun bir provasını 6 Şubat 2023 depreminde bütün gerçekliği ile gördük. Gecenin saat ikisinde, Şubat’ın eksi 12 derece soğuğunda, 30 santimetre kar üzerinde zengini ile fakiri ile hepimiz aynı ekmek, aynı battaniye kuyruğunda iliklerimize kadar yaşadık.
Şükür ki Allah var. O varsa her şey var.
Şükür ki; ölüm yokluk değil, hiçlik değil, idam değil, dağılmak değil, ebedi ayrılık değil! Zahiren ayrılma, çürüme gibi görünse de gerçekte yeniden doğmak için bir hazırlık, bir geçiş kapısı, bir terhis, bir mekân değişikliği…
Bayezid-i Bestami’nin dediği gibi “Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir” Fakat layıkıyla duyup anladık mı?
Toprağa düşerek zahiren çürüyen tohumları unutmayıp baharda yeniden dirilten Allah, insan gibi kâinat çapında büyük iyilikleri ve cinayetleri bulunan bir varlığı bir daha kalkmamak üzere yatırır mı hiç? Bu büyük gerçeği de kâmilen gördük, okuduk mu?
Selam olsun, bizden evvel gidenlerden ölümü doğru okuyanlara. Ve ibret alıp sonrası için hazırlık yapanlara..