NİYAZ MAKAMINDAYIM!

Yayınlama: 10.09.2025
A+
A-

Kum fırtınalarıyla sarıya boyanmış kerpiç evlerin gölgelerinde yürüyorum, sırtımda çok eskilerden bir kisve.

Firavun’un bir rüya uğruna öldürdüğü binlerce bebeğin kokusu var sokaklarda. Feryatların ağırlığı her bir hava zerresine sinmiş sanki. Musa’yı Nil’de taşıyan o küçük sandalın içindeymişim gibi kurtulma makamındayım.

Duyduk ki Yunus gitmiş! Ninova’da ki her evde her sokak başında bu konuşuluyor. Halbuki bıktırırcasına ama bıkmadan anlatır dururdu.

Gitmiş olması inanılır gibi değil. Hele de o gidince hava da bozdu. Bundan bahsetmişti, “azap gelecek” demişti ve herkes aklını yitirmişçesine bir telaşın içinde şimdi. Ve korku. Herkes bir kenara yığılmış umutsuzca ağlıyor. Geride kalanlardan sadece biriymişim gibi, tövbe makamındayım.

Erkek doğar diye, daha doğmadan mabedin hizmetinde adadı onu annesi.

Meryem oldu adı, İmran’ın kızı, Hanne’nin kızı. Yaşı gelince mabedin yolunu tuttu Hanne. Yanında Meryem’le mabedin merdivenlerinden çıkarken, bir dağ kadar sarp yokuşlara dönüştü basamaklar. Yine de bıraktı Meryem’i ve ardına bakmadan evine döndü.

Adamak nedir, ne değildir, gösterdi herkese. Öyle bir adayış ki bu, ak pak ve Mesih’e gebe. Meryem’in susuşuna da, kucağında kundaktaki bebeğin konuşmasına da şahit olanlardan biriymişim gibi, müjde makamındayım.

Çok istedim Onu. Yusuf’un gözlerinde yittim. Ne yaşımdan utandım ne de başımdan. Beni kınayanlara Onu gösterince ellerini kesiverdiler. Ve bir daha da beni kınamadılar. Yusuf’u bir kez gören aklından çıkarabilir miydi?  Hep kaçtı benden. O kadar çok arzuladım ki onu, ardını dönüp gidecekken gömleğinden tutup kendime çektim, gömleği yırtıldı ve yine kaçtı.

Yusuf’un, “Allah’ım! Hapishane, bu kadınların beni çağırıp durdukları şeyden daha hayırlıdır” diye dua edişini, hemen yanıbaşında dinliyormuşum gibi, iffet makamındayım.

On gün kaldı Taif’te, On gün dil döktü. İman etseler belki de yükü biraz olsun hafifleyecekti, nefes alacaktı. Ama, “Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?” diyecek kadar kırıcıydılar. Taşladılar, mübarek ayakları kan içinde kalmıştı. Zeyd kendini siper etse de, O’nu asıl yaralayan engel olamadığı taşlardı. Öyle diyordu daha sonra anlatırken,  “O taşın önüne geçemedim.”  Bir ağacın altına sığındılar. Resul’ün ayaklarında, taşların açtığı kan sızan yaralarından sadece biriymişim gibi, hüzün makamındayım…

Ahir zamanın boğucu boğumlarında tutunduğumuz dallarımız olmalı. Çarelerle kıssalarla donatmalıyız her yanımızı.

Televizyon kanal listemiz Kabe canlı yayınıyla başlamalı belki, ya da aracımızın radyo frekans kayıtları Kur’an’la başlamalı. Ne bileyim, gömlek ceybimizde takkemiz hazır olmalı. Çocuklarımıza, uyumadan önce Sindirella’yı, Kırmızı Başlıklı Kız’ı değil de, Zeyd bin Harise’yi okumalıyız, ya da Hz. Meryem’i, ya da Yunus Peygamber’i dinleyerek uykuya dalmalılar Aşina olmadığımız, çok duymadığımız isimler ve cümleler nasıl hatırlanır, nasıl tutar ki bizi…

Radyolar hep aşk çalıyor biliyorum. Televizyonlar, sokaklar hep arsız kareleri boca ediyor gözümüzden kalbimize biliyorum.

Çok seviyoruz hüzünlü bir şarkıda yitip gitmeyi, biliyorum…

Bir Taif yalnızlığındayız böyle garip. Kırıldıkça daha çok kırdıkları bir hırsın muhatabıyız. İmanımıza atılan taşların haddi hesabı yok. Yaralarımız kolay iyileşmeyecek kadar derin.

Yine de, her şeye rağmen bir Cebrail beklentisi benimkisi. Kanatlarını açar üzerimize. Ve yetiştirir vahyin şifasını diye, niyaz makamındayım…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.