LİYAKAT Mİ SADAKAT Mİ?

Yayınlama: 29.09.2025
A+
A-

“Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.”

 Nisa Suresi, 58. Ayet

 

Dünya tarihinin en önemli olaylarından olan Fransız İhtilali ile başlayan sürecin devamında imparatorluklar ve krallıklar parçalanarak yerlerini ulus temelli küçük devletlere bıraktı. Son iki yüz yıllık süreç içerisinde devlet sistemleri aşiret, soy ve kutsiyet üzerine kurulu sistemlerden ulus devlet temelli yönetimlere evirildi.

Önceki krallık ve imparatorluk gibi yönetimlerde feodal zihniyetin hüküm sürdüğü katı bir sınıfçılık anlayışı vardı. Geçmişten günümüze iktidarı meşrulaştıran çarpık da olsa dini bir anlayış vardır. Halkın tabi olduğu din de kralın dini benzerdir. İktidarı ayakta tutmak için üretilen dini kutsallar semboller bu otoritelerin temel dinamiğini oluşturmaktaydı. Katı sınıfçı sistemler bu otoritelerin vaz geçilmezidir. Sınıflar arası geçişler çok mümkün olmadığı bu düzenlerde yönetim, ortak akıl ve rasyonel ölçütlere göre değil teokratik/monarşik/despot otoritenin uygun gördüğü şekilde yürütülmesi esas alınan tek kişinin otoritesi ve daha çok diktası altında bir yönetim anlayışı benimsenmişti.

Ulus devletler ile beraber monarşik yönetim anlayışı da büyük bir değişime uğradı. Feodal sistemin ürettiği katı kast sistemleri değişti, soy ve aşirete bağlı üstünlük ile kurulan tekil iktidarlar yerini demokratik seçim sistemleri ile halkın oyları ile seçilen liderlere bıraktı. Artık devlet yönetimleri tek güce değil güçler ayrılığı denilen üç kısma ayrıldı. Oluşan yeni devlet otoritesi gücünü kendinden değil halktan almaya başladı. Bu da devlet idaresinde ölçülebilir, sorgulanabilir, geliştirilebilir ve sürdürülebilirliğin esas alındığı yeni objektif ölçütleri ortaya çıkardı. Bu ölçütlerin yürütülebilmesi için etkili insan kaynaklarına yani liyakatli yöneticilere ihtiyaç duyulmaya başladı.

Devlet idaresinde liyakat, adil ve etkin yönetim anlayışının temel taşlarından biridir. Liyakat, bir bireyin bilgi, beceri ve deneyimleri temel alınarak uygun görevlere atanmasını ifade eder. Liyakat, yönetim kademelerinde doğru kişilerin, yani işin ehli olan bireylerin görev alması, kamu hizmetlerinin etkili, adil ve tarafsız bir şekilde yürütülmesini sağlar. Liyakatin göz ardı edilmesi durumunda ise nepotizm (akraba kayırma), favoritizm (torpil) ve verimsizlik gibi ciddi sorunlar baş gösterebilir. Bu nedenle, kamu yönetiminde liyakat ilkesi hayati bir öneme sahiptir.

Tarihte liyakate dayalı sistemlerin başarısı birçok kez kanıtlanmıştır. Konuyla ilgili birkaç örnek verecek olursak;  İslam tarihinde de liyakat ile sadakat arasında önemli tercihler yapılmıştır. Hz. Ömer döneminde devlet yönetiminde ehliyet ve adalet ön plandaydı. Halife Hz. Ömer’in atadığı yetkililere; “İnsanlara adaletle hükmet, yakınını kayırma!” sözü, bu anlayışın temelini oluşturur.

Ancak Emeviler dönemine gelindiğinde işler değişti. Yöneticilikler, çoğunlukla aile mensuplarına ve hanedan üyelerine verildi. Bu da halkın devlete olan güvenini sarstı, özellikle gayrimüslimler ve Arap olmayan Müslümanlar (mevali) sistem dışına itildi. Sonuç olarak, Abbasî devrimiyle Emeviler yıkıldı.

Öte yandan Avrupa’da özellikle Orta Çağ’da, saray görevlerine atanmalarda asalet soyu ve kişisel sadakat esas alınırdı. Bu da zamanla yolsuzluklara, ehliyetsizliğe ve çöküşe neden olan en büyük gerekçelerdendir.

Dünyada yönetim modeli, liyakate dayalı kamu hizmetleriyle uluslararası alanda dikkat çeken bir ülke olan Singapur’da kamu görevlileri, sıkı bir değerlendirme süreciyle seçilir ve bu sistem, ülkenin hızla gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

Son örnek de İskandinav ülkesi Norveç’ten verilebilir. Zaten İskandinav ülkelerinin genel anlamda yönetim anlayışına bakıldığında liyakat, devletin temel esaslarından biri olarak dikkat çeker. Norveç’te ise, kamu görevlileri açık ve rekabetçi süreçler üzerinden seçilir. Bu sayede liyakat esası gözetilerek halka hizmet sunulur.

Günümüz modern uluslararası şirketlerinde ise liyakat öncelikli performansa bağlı terfi sistemi ile yönetilmektedir. Örneğin, teknoloji şirketleri genellikle çalışanların yenilikçi çözümler üretme kapasitelerini değerlendirir ve bu kapasiteye dayalı olarak pozisyon değişiklikleri yaparlar.

Bu verilen tüm bu örneklerin her biri, liyakat ilkesinin toplum ve kurumlar üzerindeki olumlu etkilerini göstermektedir. Liyakatli bir sistemde, doğru insan doğru pozisyonda görev alır. Bu, devlet hizmetlerinin daha verimli ve etkin bir şekilde sunulmasını sağlar. Olumsuz uygulamalardan uzak durulur. Bu da kamuoyunda güvenin artmasına ve toplumsal adaletin sağlanmasına katkıda bulunur. Yetenekli ve donanımlı bireyler, bulundukları pozisyonlarda devlet kurumlarının daha iyi işlemesine katkıda bulunur. Bu, uzun vadede kurumsal yapının güçlenmesini sağlar. Halkın devlet yönetimine olan güvenini artırır. Liyakat, bireylerin kimliklerine, ideolojilerine veya sosyal statülerine göre değil, bilgi, beceri ve yetkinliklerine göre değerlendirilmesini sağlar. Bu, toplumda adalet duygusunu güçlendirir. Liyakatli bireyler, karşılaşılan sorunlar karşısında daha etkili çözümler üretebilir. Bu da devlet kurumlarının daha sağlam bir yapıya sahip olmasına katkı sağlar. Ayrıca bireyler, çabalarının ve başarılarının değerlendirileceğine inanarak devlete daha bağlı hale gelirler. Çalışanların liyakate dayalı görevlendirilmesi kişileri kendi bilgi ve becerilerini yükseltmeye yönelik çalışmalarını teşvik eder ve çalışanlar arasında iş barışı olabildiğince sağlanmış olur ki bu da kişilerin performansını en üst düzeye çıkardığı gibi üretimde istenen kalite ve üretim hacminde sağlanmış olur. Sonuç olarak, liyakat sistemi, hem toplumun hem de devletin sürdürülebilir bir şekilde gelişmesi için vazgeçilmez bir ilkedir.

Devlet yönetiminde liyakatin önemsenmemesi ciddi sorunlara yol açar. Doğru kişilerin doğru pozisyonlara getirilmemesi, kurumların etkin çalışmasını engeller. Bilgi ve beceri ile değil belli kişilere yakınlık ve sadakatin önemsendiği yerde nitelikli, bireyler yetiştirilemez. Yönetimde liyakatsiz insanların etkinliğinin artması var olan işlerini gerektiği gibi doğru ve zamanında yapılmasını engellediği gibi kamu hizmetlerinin aksamasına yol açar. Halk nitelikli ve sürdürülebilir hizmetlere ulaşamadığı gibi yanlış planlamalar ve denetimsizlik sonucunda yüksek kamu zararları da halkın boynuna yüklenen ağır faturalardan biri olmaktadır.

Hele ki liyakatli kişilerin yerine torpil, kayırmacılık ve nepotizm gibi uygulamaların geçerli olması, toplumda adaletsizlik algısının artmasına neden olur. Bu durum, halkın devlete olan güvenini zedeler. Bu da devlet kurumlarının uzun vadede zayıflamasına neden olur. Kurumların işlevselliği azalır ve karar alma mekanizmaları bozulur. Halk, çabalarının ve başarılarının takdir edilmediğini düşünürse, devlet yönetimine olan bağlılık azalır ve bu durum da, toplumsal kutuplaşmayı artırarak huzursuzluğa yol açar. Liyakatin yokluğu, devletin uluslararası arenadaki itibarını da olumsuz etkiler. Zayıf bir yönetim algısı, dış ilişkilerde ve yatırımlarda sorunlara neden olabilir.

Kısacası, tarihsel ve güncel veriler göstermektedir ki liyakatsiz bir yönetim, hem devletin hem de toplumun geleceğini tehlikeye atar, gereksiz maliyetlere ve hizmet aksaklığına sebep olur. Sadakatle ayakta kalmaya çalışan sistemler kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli istikrarı feda etmektedir. Oysa liyakat sistemi, sadece adil bir yönetimi değil, sürdürülebilir kalkınmayı da beraberinde getirir. Devletin bekası, partilerin değil, toplumun tüm bireylerinin hakça temsil edildiği, ehliyetli kişilerin görev aldığı bir yapıyla mümkündür.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.