“İnsanı hayatta tutan şey, yaşadığı koşullar değil, hayatına verdiği anlamdır”
Tarihin en karmaşık dönemlerinden geçiyoruz… İklim krizinden savaşlara, ekonomik eşitsizliklerden toplumsal kutuplaşmalara, değerlerin alt üst oluşundan manevi boşluğa… Bir savrulma hali. Bunlar sadece dış dünyanın değil, iç dünyanın da sarsıntıları… Böylesi zamanlarda insan, neye tutunur? Hangi güç onu ayakta tutar?
Yusuf Hemedani “Hayat teselli olmaktır. Kişi teselli bulduğu şeyle yaşar, onunla hayattadır” der.
İnsanın yanlızca maddi güçle ayakta kalması mümkün değil. Başarı, statü, hız ve haz üzerine kurulu modern hayat anlayışı, insanı içsel olarak tüketmekte, köksüz ve yalnız bırakmakta. Bunun acı tablolarını hem birey hem toplum nazarında günümüzde önümüze kalan fotoğraftan çok iyi anlıyoruz. Asıl teselli daha derin, daha sarsılmaz bir kaynakta aranmalı çünkü: Anlam.
Teselli olmak ve umudunu yitirmemek sadece olumlu düşünmek değil; hayatın acılarına rağmen ‘anlamı kaybetmemek’ demek. Ve bu anlam yalnızca fani dünyevi değerler üzerine inşa edilemez. İnsan hayat ve var oluşa dair anlam kaynağı aşkın bir hakikat olarak karşımıza çıkmakta.
Hayata tutunmayı sağlayan önemli duygulardan biri güven. Peki, neye, neden, nasıl güveneceğiz? Açmazlar, zorluklar karşısında nasıl teselli bulacağız? “Gerçekten zorluklarla beraber bir kolaylık vardır.
(İnşirah Suresi, 6) Ayeti, tesellinin temelinde ilâhi düzene dair bir güven olduğunu hatırlatır. Her karanlığın ardından bir aydınlık saklıdır. Bize düşen, sabırla ve sebatla o ışığı beklemektir…
****
Zor zamanlarda insanlığını muhafaza etmek ve insan kalmak da diğer bir husus. Sürekli “ben” vurgusunun yapıldığı, hak ve sorumluluklar dengesinin bozulduğu bir dünyada, “biz” bilinci her geçen gün zayıflamakta ve bir arada yaşama kültürü yara almakta. Haz temelinde hızla akan bir hayat anlayışı insanlar arasında rekabet, hırs ve öfkeyi körüklemekte…
Oysa insana düşen her şart altında hak ve adaletten yana saf tutmak değil midir? Birlik, beraberlik, yardımlaşma, iyilik ve kardeşlik duygularının yaşatılması da toplumsal huzurun tesisi ve idamesi açısından son derece önemli.
İnsan olduğumuzu her daim hatırda tutmamız gerekir. Çünkü insan sorumluluk sahibi, şefkatli, hakikati arayan bir varlık. Kur’an insanca duruşa dair şunu söylüyor:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav” (Fussilet Suresi, 34)
Kötülüğe rağmen iyi kalmak, zulme rağmen adil durmak nefse ağır gelen, kendinden hareketle kolayca yapılabilecek şeyler değil. İnsan, kendi sınırlarını kabul edip aşkın bir hakikate yönelmekle ancak, nefse ağır gelen şeyde hayır olduğuna ikna olabilir ve kalbi itminan bulur. Böylece insan her durumda, sadece “kendi gücüyle” değil, kendisini yoktan var eden, şefkati ve merhameti sonsuz Rabbine dayanarak ve güvenerek inşa ettiği anlam ile bağ kurarak teselli bulur, umudunu muhafaza eder.
“İnsanı hayatta tutan şey, yaşadığı koşullar değil, hayatına verdiği anlamdır”
İnancımız bize maddi dünyanın acılarını inkar etmeden, onlara karşı içsel bir direniş gücü kazandırır. İnsanca duruş; zalimin karşısında susmamak, mazlumun yanında durmak, çıkar yerine vicdanı seçmektir. Bu duruşu mümkün kılan şey, sadece cesaret değil, inançtır. Bu inanç; bir gün hakikatin galip geleceğine, insanlığın iyiliğe yönelebileceğine dair bir inançtır. Ve bu inanç, yıkılmaz bir teselli ve umut kaynağıdır.
“Yüzünü dostdoğru dine çevir. Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrata” (Rum Suresi, 30)
****
Teselli ve umut etme, Allah’ın fıtratımızda var ettiği duygular. Yaşanan zorluklar veya başarısızlıklar aslında bu kaynağı harekete geçirmek, kendimizi daha iyi tanımak ve güçlenmek içindir. Bir çocuk yürümeyi öğrenirken defalarca düşse de yeniden kalkar. Sonunda yürümeyi başarır. Zamanla koşmaya başlar, yol alır.
Benzer şekilde toplumu meydana getiren insan teklerinin teselli kaynağından uzak düşmesi, umutların tükenmesi de insanlık yürüyüşünün hız kesmesi ve son bulması anlamına gelir. Hakk ve adalet üzere huzurlu toplumların inşasının yolu, fıtratın korunarak dengeli bir şekilde yol yürümesinden geçiyor nitekim.
Bu nedenle zorluklara rağmen ayakta kalmak için insanın hem kalbi hem aklı beslenmelidir.
Hasıl-ı Kelam, denge anahtar kelime. İnancımız, bize umutla sabır arasında bir yol gösterir. Âlemlerin Rabbine iman ve teslimiyet asıl teselli kaynağıdır. Anlamlı bir hayat esastır ve anlam, Allah’a yöneldikçe derinleşir.
Mehmet Akif’in sözleriyle “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”
İnsan olduğumuzu her daim hatırda tutmamız gerekiyor. Çünkü insan sorumluluk sahibi, şefkatli, hakikati arayan bir varlık. Kur’an insanca duruşa dair şunu söylüyor:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav” (Fussilet Süresi, 34)
İnsan her durumda, sadece “kendi gücüyle” değil, kendisini yoktan var eden, şefkati ve merhameti sonsuz Rabbine dayanarak ve güvenerek inşa ettiği anlam ile bağ kurarak teselli bulur, umudunu muhafaza eder.