Tarih boyunca bilgi, bireyin kimlik inşasında, ahlaki yöneliminde ve toplumsal aidiyetinde belirleyici bir rol oynamıştır. Bu rolün taşıyıcıları ise genellikle aile, eğitim kurumları ve dini yapılar olmuştur. Aile, eğitim kurumları ve dini yapılar, bu aktarımın temel otoriteleri olarak işlev görmüş; özellikle anne-baba ve öğretmenler, çocuk ve genç bireylerin dünyayı anlama, anlamlandırma ve ahlaki değerler geliştirme süreçlerinde merkezi roller üstlenmiştir.
Son yirmi yılda dijital medyanın yaygınlaşması, bu geleneksel bilgi otoritelerinde ciddi kırılmalara yol açmıştır. Sosyal medya ve yapay zekâ platformlarının hızlı yükselişi, neslin bilgiye erişim biçimlerini kökten dönüştürmüş; bilgi aktarımını, sahibi ve amacı belirsiz algoritmaların yönettiği denetimsiz dijital alanlara taşımıştır. Bu süreç, sadece bilgi otoritesinin zayıflamasına değil, aynı zamanda dini ve ahlaki değerlerin erozyona uğramasına ve sosyal medya temelli, uyumsuz, sabırsız ve agresif bir kişilik oluşumuna zemin hazırlamıştır.
GELENEKSEL BİLGİ OTORİTESİNİN YAPISI VE İŞLEVİ
Genel anlamda sosyologlar, aileyi ve eğitim kurumlarını toplumun en temel sosyalizasyon birimleri olarak değerlendirir. Aile, bireyin ilkokulu ve temel bilgileri öğrendiği bir eğitim merkezidir. Anne-baba, yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda kültürel ve ahlaki anlamda çocuğun rol modeli olduğu gibi bir yaşam rehberidir. Bu çerçevede öğretmen ise bireyin bilgiye sistematik olarak ulaşmasını sağlayan ve toplumsal değerleri aktaran önemli bir rol modeldir.
Aile, çocuk için ilk otorite kaynağıdır. Aile, sadece maddi ihtiyaçların değil, manevi ve zihinsel gelişimin de merkezi konumundadır. Ahlaki değerler, toplumsal normlar ve doğru-yanlış, iyi-kötü gibi ayrımlar çocuğu ailede temellendirir. Ardından okul, öğretmenler aracılığıyla bireyin zihinsel kapasitesini geliştirir, toplumsal hayata hazırlık sağlar ve bilgi ile disiplinin iç içe geçtiği bir öğrenme süreci sunar. Bu yapı içinde sunulan bilgi, genellikle doğrulanmış, ahlaki bir çerçeve içinde, kültürel formlar ve deneyimler ile şekillenen bir bütünlük taşır. Ancak bilgiye ulaşım, bu geleneksel kaynaklara bağlı olduğu sürece daha kontrollü ve ahlaki değerlere dayalı güvenilir bir yapı arz eder.
DİJİTAL MEDYA İLE BİLGİ OTORİTESİNDE YAŞANAN DEĞİŞİM
Birey, toplum ve devlet ilişkilerini otorite düzleminde inceleyen ünlü Fransız sosyolog Michael Foucault bu otorite değişimini “bilgi-iktidar” ilişkisi çerçevesinde değerlendirir. Foucault bilgiyi aynı zamanda iktidar kurmanın bir biçimi olarak tanımlamaktadır. Buradan hareketle bilgi kaynağının değişmesi, iktidar ilişkilerinde de dönüşüm anlamına gelmektedir. Geleneksel olarak öğretmenin ya da ebeveynin sahip olduğu bilgi iktidarı, özellikle 2000’li yıllardan sonra sosyal medya platformlarının doğuşuyla yeni bir döneme girdi. Artık bilgiye ulaşmak, yalnızca bir tık mesafesinde kısa bir zamana kadar indi. Bu hızlı ve kolay erişim, ilk etapta büyük bir avantaj gibi görülse de, zamanla bilgi edinmede doğruluk ve ahlaki denetimin zayıflaması gibi sorunları da beraberinde getirmiştir. Artık bilgi iktidarı; dini, ahlaki veya kültürel kabullerin değil daha çok doğruluğu takipçi sayısıyla ölçülen dijital güç odakları ve bu oluşuma destek olan sosyal medya fenomenleri ile yer değiştirdi adeta.
Özellikle YouTube, TikTok, İnstagram ve X (eski adıyla Twitter) gibi platformlarda içerik üreticilerinin bilgi üreticisi pozisyonuna yükselmesi, geleneksel bilgi kaynaklarını etkisizleştirmeye başladı. Genç bireyler için artık öğretmenin veya ailenin söyledikleri değil, fenomen bir YouTuber’ın yorumları daha etkili hale geldi. Artık aile büyüklerinin çocuklarıyla koruma güdüsü ve sevgiyle kurulan bilgi ve tecrübe akışı YouTuber’ların enerjik ve heyecan uyandıran ilginç videoları karşısında sönük ve etkisiz kalmaktadır. Bu nedenle aile büyüklerinin nasihatleri, sosyal medyanın anlık akışına teslim olan genç belleklerde artık hiç bir anlam ifade etmemektedir.
ANNE-BABA VE ÖĞRETMEN OTORİTESİNİN ZAYIFLAMASI
Sosyal medya ve yapay zekâ tabanlı araçlar, bireyin bilgiye hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmasını mümkün kılmaktadır. Ancak bu durum, geleneksel otorite kaynaklarına duyulan bağımlılığı azaltmakla kalmamakta, aynı zamanda ebeveyn ve öğretmen figürlerine karşı saygı ve sevgi bağlarını da zayıflatmaktadır. Bugünün gençleri, anne-babalarını ya da öğretmenlerini artık birincil ve güvenilir bilgi kaynağı olarak görmemektedir. Çünkü dijital ortam onlara, emek sarf etmeden, yalnızca birkaç saniye içinde bilgiye, hatta eğlenceye ulaşma imkânı sunmaktadır. Oysa zahmetle elde edilmeyen, bedeli ödenmeyen bilgi kalıcı olmadığı gibi, bireyde bir aidiyet duygusu da oluşturamamaktadır. Bu yüzden dijital platformlardan edinilen bilgilerin çoğu yüzeysel kalmakta, bireyin kişisel ve ahlaki gelişimine katkı sunmak yerine yalnızca anlık bir merakın tatminine hizmet etmektedir. Dahası, gençlerin zihninde otorite figürlerinin bilgeliği ve tecrübesi geri plana itilirken, algoritmaların yönlendirdiği içerikler ön plana çıkmaktadır. Böylece aile ve okulun temsil ettiği değerler sistemi sarsılmakta; öğrenme, sadece tüketilen bir bilgi alışverişine indirgenmektedir.
YAPAY ZEKÂ VE YAPAY KİMLİKLER
Her gün hayatımızda daha fazla yer edinen yapay zekâ, yalnızca bilişsel işlevleri taklit eden bir teknoloji değil; aynı zamanda dijital çağın yeni bilgi otoritesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapay zekâ, internet dünyasının açık bilgi kanallarından bilgiye ulaşarak onu üretenlerin kurguladığı algoritmalar ışığında daha çok popülerliğe göre bilgiler aktarır. Yapay zekânın bilgi otoritesi olmasının en büyük sakıncası; neyin “doğru” neyin “uygun”, “etik” veya “popüler” olduğuna dair yeni dijital normlar üretmesidir. Bu normlar, bireyin dolayısıyla toplumun davranışlarını ve değer yargılarını şekillendirme potansiyeline sahiptir. Ayrıca bu sistemler, bireylerin kişisel özel verilerini analiz ederek davranışlarını tahmin eder. Kişilerin yönelimlerinin algoritmik sistemler tarafından belirlemesi yapay zekânın ne derece doğru ve ahlaki olduğu sorusunu akıllara getirmektedir.
Diğer bir sakıncası da ürettiği “Yapay kimliklerdir.” Yapay kurmaca olarak üretilen “Yapay kimlikler” bireylerin dijital temsilini oluşturmaktadır. Bu da yapay zekâ ve alt yapısını kontrol eden algoritmik sistemlerin toplumsal sahnede oynadığı rol açısından kimlik yozlaşmasına sebep olmaktadır. Birey, algoritmaların sunduğu kimlik ve şablonlara göre davranmaya başlayarak özgün benliğinden koparak onay odaklı dijital bir yapay kişiliğe bürünür. Kısacası bireyler yapay zekâ platformlarından bilgi alırken aynı zamanda kendi kişisel tüm bilgilerini de veri bankasına emanet ederek yapay zekâ otoritelerinin gizli sırdaşı olmaktadır. Bu kişisel bilgiler de yapay zekâ otoriteleri tarafından bireysel yönlendirmelerde gayrı resmi olarak kullanılabilmektedir.
Çağın en büyük bilgi devrimi olan yapay zekâ teknolojileri, gelecekte insanlığa büyük faydalar sunma potansiyeline sahip olmakla birlikte, aynı zamanda ciddi krizler üretme ihtimalini de barındırmaktadır. Bu nedenle, kumandayı elinde tutanların kötü niyetlerine alet olmamak için bu gerçeği daima hatırda tutmak gerekir.