Doğamıza ve çevremize ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Bu soru belki de insanlık olarak en çok yüzleşmemiz gereken, ama bir o kadar da kulak arkası ettiğimiz sorulardan biri.
Yıllardır bu alanda hem bireysel hem de sivil toplum kuruluşları üzerinden mücadele vermeye çalışan biri olarak, iki farklı deneyimim üzerinden bu soruya birlikte yanıt aramak istiyorum.
BİR İZMARİTİN VERDİĞİ CEVAP
Geçtiğimiz haftalarda bir grup arkadaşımla birlikte Tunceli’de üç günlük bir kamp gerçekleştirdik. Yemyeşil doğası, pırıl pırıl havası, tertemiz suyu ile adeta başka bir dünyanın içindeydik.
Gündelik hayatın kaosundan uzak, doğa ile baş başa kalmak insanı hem arındırıyor hem de düşündürüyor.
Rafting yaptığımız sırada, ekipten bir arkadaş sigarasını içtikten sonra izmaritini suya atacakken, botun kaptanı onu nazikçe uyardı:
“Lütfen izmaritinizi nehre atmayın. Söndürüp botun içine bırakın, ben sonra çöpe atarım.”
İşte o an, kafamdaki bütün soruların cevabını almış oldum. Bu doğanın neden bu kadar temiz ve korunmuş olduğunun cevabı o kaptanın davranışındaydı.
Çünkü doğaya saygı, küçük ama kararlı adımlarla başlar.
ZORE VADİSİ VE BİR PİŞMANLIĞIN HİKAYESİ
Şimdi sizi beş yıl öncesine götürmek istiyorum. Batman’ın doğa harikası Zore Vadisi’nde, HES projesine karşı farkındalık oluşturmak amacıyla yaptığım bir ziyaret sırasında ilk kez o vadiyle tanıştım. Doğası bakir, çöpsüz, sessiz ve sakindi. İnsan eliyle kirletilmemiş ender yerlerden biriydi. Gördüklerimi herkesle paylaşmak istedim. Sosyal medya üzerinden yayınlar yaptım, insanları bu güzelliği görmeye davet ettim.
Ama sonraki yıl gittiğimde gördüğüm manzara yüreğimi dağladı. Vadinin her köşesi çöplerle, izmaritlerle, plastik atıklarla doluydu. O doğa harikası yer kısa sürede adeta bir çöplüğe dönüşmüştü. Kendi kendime “Keşke o kadar çok yaymasaydım” diye düşündüm. Çünkü insanımız doğaya sahip çıkmak yerine, ondan sadece “fayda” sağlamayı seçmişti.
PEKİ NEDEN BU KADAR FARKLIYIZ?
Yaptığım araştırmalarda Tunceli’nin Türkiye’de en yüksek kitap okuma oranına sahip illerden biri olduğunu öğrendim. Bu sadece bir istatistik değil; çevre bilinciyle birebir bağlantılı bir kültürel seviye göstergesi.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) raporlarına göre, çevre duyarlılığı eğitim ve kültür düzeyiyle birebir ilişkilidir. Eğitimli birey çevreye zarar vermemek için daha dikkatli davranır. Batman gibi bölgelerde bu bilincin oluşması için daha çok yol almamız, deyim yerindeyse “kırk tandır ekmeği daha yememiz” gerekiyor.
Çözüm Ne?
Çözüm ne Tunceli’deki gibi sadece doğayı koruyan bireylerin varlığı, ne de Zore Vadisi’ndeki gibi doğayı tüketime açmak. Çözüm, doğayla ilişkimizi gözden geçirmekten geçiyor.
Çocuklarımızı doğa sevgisiyle büyütmek,
Okullarda çevre bilinci derslerine daha fazla yer vermek,
STK’ların yerel halkla doğrudan iş birliği yaparak projeler geliştirmesi,
Ve en önemlisi, bireysel olarak “doğa bana ne verdi?” değil, “ben doğaya ne kattım?” sorusunu sormak.
SON SÖZ
Doğaya izmarit atmamayı öğreten bir kaptanın basit uyarısı, çevre bilincinin temellerini oluşturur. Ama Zore Vadisi örneğinde olduğu gibi, bilinçsiz kalabalıkların dokunduğu her yer, eninde sonunda birer kayıp alan olur.
Bizimse artık seçim yapma zamanımız geldi: Ya doğayı çocuklarımızdan ödünç aldığımız gibi koruyacağız, ya da onları çöp dolu bir dünyaya mahkûm edeceğiz.