‘Bakma saatine ikide birde!
Halin neyse saat onun saati’
Masamda bir saatim var. Öyle zamanlar olur ki odamın tek sahibi oymuş gibi, her şey lâl kesilir de yalnızca onun sesi yükselir, odayı istila eder.
Bir gün yine tik taklarıyla dikkatimi kendine çekip baktığımda farklı şeyler hissettim. Saniye ibresi hızla dönmeye başladı, ardından akrebi ve yelkovanı da onu takip etti. O tik takların geri planında sanki kelimeler şekillenmeye başladı. Oysa ona, yalnızca vakti bildirmek için çalışan bir eşya diye bakardım. Meğer bunca zamandır tik tak edip durur da bir şeyler anlatmak istermiş. Ve sesler giderek netleşmeye başladı.
Saatim konuşuyordu…
Dedi ki: Benim tik taklarım bitmez, ama senin ömrün biter. Güneşin doğduğu günler sürer ancak senin günlerin tükenir. Bitmeyenlere dalıp da biteni kaçırma!
Senin dakikaların, bir eşya olan saatinden daha değerlidir. Yegâne sermayen olan ömrün de, kazandığın eşyalardan daha değerlidir. Kazandıklarınla yaşa, ama onlar için yaşama. Ebedî ömrün de bu kısa ömründen daha değerlidir. O ömrün için yaşa. Dünyanı ahiretin için fırsat bil…
Bir tik tak kadar bir anda ömrün değişebilir. Sonrası çok kötü veya çok güzel olabilir. Bu ömür bir tik tak kadar kısadır. Ancak ebedî hayatın bu kısa ömürde şekillenir. Aman dikkat et.
Saatin önemi zamanı göstermeye yaradığı içindir. Peki, senin ömrün neye yarıyor? Ömrünü de güzel ve değerli şeylere ada ki değerli olsun.
Benim saydığım saniyelerin, dakikaların, saatlerin değeri nelerle dolu olduğuna göre değişir. İçinde hazine taşıyan bir kap, sıradan bir şey bile olsa değer kazanır. Bir kitapta sayfa sayısına göre değil, içinde yazılanlara göre değer alır. Ömür günlerini iyi şeylerle doldur. Okuyana şevk, ümit ve hikmet veren bir kitap gibi olsun ki değer kazansın.
Ben bir saatim, adımlarım tik taklardır. Hepsi de birbirine benzer ama hiçbiri aynı değildir. Aynı gördüğün, kanıksadığın şeylerin hakkını veremezsin. Hayat da, Dünya da böyledir. Yüce Yaradan her şeyi farklı yaratıyor. “İnsan bir nehirde iki defa yıkanmaz” derler. Akan zaman da nehir gibi aynı kalmaz. Her şeydeki farkı, farklı yönü görmeyi bilirsen onun gerçek değerini anlayabilirsin. Farkı fark et ki, farkın olsun…
Nice zamandır seslenirim. Fakat sen sesimi sadece tik tak olarak duyarsın. Beni işitmezsen. Çünkü Ülfet etmişsin. Kanıksadın çok şey var ki, gözlerinin önündeyken onları da görmez, duymaz olursun. Her şeye değişik açılardan bakmayı alışkanlık edin ki, onların halleri ile söylediklerini duyabilesin. Güzel Yaradan her şeyden nice güzellikler yaratıyor. Her şeyin güzel yönlerini görmeye çalış ki, hayatın da güzel olsun, güzelliklerle dolsun. Ancak böylelikle gören kör ve duyan sağır olmaktan kurtulabilirsin.
Bediüzzaman Hazretleri Şöyle der:
“Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır”
Benim tik tak, tik tak diye, dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimi zannetme. Zaman koşar ben de her an onunla farklı bir zamana koşarım. Zaman senin için de her an değişir. Sen de gayret etmelisin, koşmalısın, çalışmalısın ki gerilerde kalmayasın. Ama koşarken de yıkmadan, dökmeden insanca ilerle ki bir yerlere varabilesin…
Son olarak da bunu söyleyeyim, her saat kendi kadranında ilerler. Senin de hayatının kadranı neyse sen de orada ilerliyorsun. Senin kadranın güzel işlerden örülü bir kadran mı, yoksa değil mi? İlerlediğin bu kadran seni nereye vardıracak?
***
Derken çalan alarmla birlikte bu efsunlu hava dağıldı. Ha derler ya “zaman en büyük müfessirdir, o konuştu mu herkes susar” diye; görünen o ki, benim saatim de zamandan payını almıştı. O an aklıma bu şiir geldi:
“Bakma saatine ikide birde!
Halin neyse saat onun saati.
Saat tutamaz ki, ölü kabirde;
Zamana eşyada gör itaati!
Bir kıvrım, bir helezon,
Her noktası baş ve son…”
(Necip Fazıl Kısakürek)
Şiiri mırıldanırken, saatin tik takları artık vakti bildiren bir ses olmanın ötesinde anlam kazanıyordu. Her tik tak, hayatımın her anının ne denli kıymetli olduğunu fısıldayan bir sesti adeta. Ve o tik takların her birinde kendi ömrümün nabzını dinliyordum…
Benim saydığım dakikaların, saatlerin değeri nelerle dolu olduğuna göre değişir. İçinde hazine taşıyan bir kap, sıradan bir şey bile olsa değer kazanır. Bir kitap da sayfa sayısına göre değil içinde yazılanlara göre değer alır ömür günlerini iyi şeylerle doldur. Okuyana şevk, ümit ve hikmet veren bir kitap gibi olsun ki değer kazansın.