GELİŞMEK Mİ, ZENGİNLEŞMEK Mİ? AZİZ SANCAR’IN IŞIĞINDA BİR DEĞERLENDİRME

Yayınlama: 19.11.2025
A+
A-

Son yıllarda hepimizin dilinde olan, ancak anlamını sıkça karıştırdığımız iki kavram var: Gelişmek ve Zenginleşmek.

Maddi refahın mutlak hedef olarak kabul edildiği bir çağda, Nobel Kimya Ödülü sahibi bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar’ın bu konudaki net tespiti, içinde bulunduğumuz coğrafyanın önceliklerini sorgulamamız için adeta bir uyarı niteliğinde.

Sancar, “Gelişmek ile zenginleşmek farklı şeylerdir. Mesela Araplar zengindir ancak gelişmiş değillerdir. Biz de Araplara özeniyoruz; Gelişmek değil zenginleşmek istiyoruz.

Bu yüzden bilgili ve kültürlü değil; paralı ve nüfuzlu insanlara saygı duyuluyor bu coğrafyada” diyor. Bu sözler, sadece bir tespitten ibaret değil, aynı zamanda toplumsal değer yargılarımızın çarpıklığını ortaya koyan bir aynadır.

Zenginlik: Bir Sonuç mu, Bir Amaç mı?

Zenginleşmek, bireysel ya da ulusal düzeyde, paranın ve maddi kaynakların artmasıdır. Petrol zengini bazı ülkeler bu durumun en somut örneğidir. Yüksek gelirleri ve lüks yaşam tarzlarıyla dikkat çekebilirler, ancak Sancar’ın da işaret ettiği gibi, bu durum tek başına “gelişmişlik” anlamına gelmez.

Gelişmişlik ise çok daha kapsamlı bir kavramdır.

* Eğitim: Nüfusun bilgiye erişim kalitesi ve bilimsel üretkenliği.

* Hukuk ve Demokrasi: Şeffaf yönetim, güçlü kurumlar ve bireysel özgürlükler.

* Teknoloji ve İnovasyon: Bilgi üretebilme, patent sayısı ve katma değerli üretim.

* Sağlık ve Sosyal Refah: Yaşam beklentisi ve gelir dağılımında adalet.

Gelişmiş ülkeler, bilgiye, liyakate ve kültüre yatırım yaparak zenginleşirler. Onlar için zenginlik, doğru atılan adımların doğal bir sonucudur. Oysa bizim gibi coğrafyalarda zenginlik, sanki sihirli bir değnekmiş gibi, eğitimsizliğin, adaletsizliğin ve bilimsel geri kalmışlığın üzerini örtebilecek tek amaç haline geliyor.

Bilgiye mi, Paraya mı Saygı?

Sancar’ın en can alıcı noktası, saygı duyduğumuz değer yargılarıyla ilgilidir. Bir toplum, en çok kime değer veriyorsa, o yolda ilerler.

Eğer bir toplumda bilim insanı, öğretmen, sanatçı, liyakatli bürokrat; parası ve nüfuzu olan kişi kadar itibar görmüyorsa, gençler o yolda değil, paranın ve nüfuzun yolunda ilerlemeyi seçecektir.

Bilgi üretmek yerine, kolay yoldan zengin olmayı; okumak yerine, doğru çevreye girmeyi tercih edecektir. Bu tercih, uzun vadede sadece bireyleri değil, ülkenin rekabet gücünü de zayıflatır. Bir medeniyet, sadece tükettiği kadar değil, ürettiği bilgi kadar ayakta kalır.

Çözüm Nerede?

Bu kısır döngüden çıkış yolu, tıpkı Aziz Sancar’ın kariyeri gibi, uzun soluklu ve sabırlı bir değerler devriminden geçiyor.

* Liyakat Vurgusu: Her alanda, makama, mevkiye değil, bilgiye ve yeteneğe saygı duyan bir sistem inşa etmek.

* Eğitim Reformu: Gençlerimizi sadece meslek sahibi yapan değil, eleştirel düşünceye ve bilimsel meraka yönelten bir eğitim sistemi.

* Üretim Odaklılık: Kaynakları ithalata ve tüketime değil, Ar-Ge’ye, inovasyona ve katma değerli teknoloji üretimine yönlendirmek.

Sonuç olarak, Sancar’ın sözleri bir eleştiri değil, bir çağrıdır: Gelin, zenginliğin geçici parıltısını değil, gelişmişliğin kalıcı ışığını hedefleyelim. Başarıyı sadece banka hesaplarında değil, bilimde, sanatta ve toplumsal adalette arayalım.

Aksi takdirde, zenginleşebiliriz, ancak dünya sahnesinde ebediyen “gelişmemiş” bir figür olarak kalmaya mahkum oluruz.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.