Şehir hayatını yaşamak zorunda kalan çocuklar, bir kuzunun kekik kokulu dağ rüzgârlarıyla ilk temasını göremeden büyüyorlar.
Yemyeşil çayırlarda gönlünce koşan gürbüz taylardan haberleri bile yok. ‘Oğul’ sonrasında yavru arıların iğde dallarında kümeleşini kaç çocuk seyredebiliyor? ‘Sayılı günler’ini tamamlayıp, yumurtadan çıkmak için kabuğunu gagalayan civcivlerin serüveninden ne kadar uzaktalar!
Şehirde hayat bir ‘kuşatma’ altındadır. Gözlem ufku aşılmaz duvarlarla çevrilmiştir. Beton yumurtalarımızın mahpusu olmuşuz.
Çocuklarımız da bu hayatı paylaşmak zorunda. Oysa dar ufuklarla gür niyetler beslemek pek zordur.
Ben şanslıydım, yumurtaların kanatlandığını görebildim.
‘Sayılı günler’in sonuydu. Kuluçka devresini akıl almaz bir özveriyle tamamlayan ‘tavuk anne’ heyecanla bekliyordu. Yumurtalarda bir kıpırtıdır başladı. Dünyaya kapılar açmak isteyen civcivler, kabuklarını gagalıyorlar. Anne, yardıma hazır beklemekte. Biraz yaklaşacak oldum, hışımla yürüdü üstüme. Çaresiz eski yerine saklandım. Nihayet, küçücük delikler, bir görünüp bir kaybolan sarı gagalar… Ardından çatlaklar… Civcivlerin düşe kalka dünyaya adım atışları…
Tavuk annenin hali görülecek şey!
Dikkatle gözden geçiriyor yavrularını, tanımaya çalışıyor. Ayaklarını iki defa kullanan, acemice yürümeye çalışan civcivlere güldüğümü hatırlıyorum.
Çocuklarımızın da böyle bir olaya tanık olmalarını isterdim.
Ve düşünmelerini…
Görmeyen, işitmeyen, ayaksız, başsız, kanatsız bir yumurtadan gören, işiten, yürüyen, koşan bir canlı çıkıyorsa, bu, düşündürmeli insanı.
Tavus kuşunun kanadını nakışlayan ‘nakkaş’ kim?
Tavuğa ‘fistan’ını kim giydiriyor?
Bülbül, birbirinden güzel şarkılar bestelemeli yumurtadan mı öğrendi?
Serçe, şefkati kimden aldı ve kartal, sevgiyi nereden buldu?
İnsan, hayalin sınırlarını zorlayan ilmine rağmen, hâlâ ne bir yumurta yapabiliyor ne de bir kuş. Öyleyse ilimden, iradeden ve kudretten mahrum yumurta, civcivi nasıl yapıyor?
Peki, her gün bir yumurta üreten ‘aptal tavuk’ bizden daha mı akıllı?
‘Doğa, masalıyla uyutulmak istenen çocuklarımızın da hakikati bilmeye hakları var.
Ne yumurtayı ne de civcivi tanımayan doğanın, bir ‘eser’ olduğunu, asla ‘usta’ olamayacağını anlamalılar.
Çocuklarımız yumurtanın kanatlanıp kuş olduğunu ‘olay yerinde’ göremiyorlarsa, sabah kahvaltısında önlerine konan bir yumurtayı alsınlar ellerine, dikkatle baksınlar.
Kuştaki hayat mucizesini yumurtadan yani kaynağından dinlesinler.
Biz düşündük mü yumurtanın da ‘hal’ diliyle ‘konuşacağını’, duyulmamış sözler söyleyeceğini öğretirim onlara.
Yumurtanın çatlaması ile civciv nasıl dünyaya adım atıyorsa, dünyamızın parçalanmasıyla da bizim ‘ahiret yurdu’na geçeceğimize iyice inansınlar. Dünya da bir yumurtaya benzemiyor mu? ‘Sayılı günlerimiz tamamlandıkça biz de etrafımızı saran kabuğa mahkum değil miyiz?
Çocuklarımıza ‘kabuktan öze’ geçmeyi öğretelim. ‘Ölüleri dirilten, sonra öldüren ve ardından bir daha diriltecek olan’ı tanımak onların da hakkı.
Ne olur, çocuklar yumurtaların kanatlanıp kuş olduğunu göremeden, üstünde düşünemeden ve ‘yumurtaya can vereni bilemeden büyümesinler…