Dijital teknolojilerin her geçen gün daha fazla hayatımıza nüfuz etmesiyle birlikte toplumun hemen her kesimi, çeşitli nedenlerle dijital platformlara yönelmekte; ticaretten siyasete, kültürden sanata, hatta bankacılığa kadar pek çok işlem artık ekranlar üzerinden gerçekleştirilebilmektedir. Ancak bu konfor ve hız, beraberinde özellikle çocuklar ve gençlerde bağımlılık denilebilecek boyutta bir ekran tutkusunu da beraberinde getirmektedir.
Psikoloji literatüründe “davranışsal bağımlılık”1 olarak tanımlanan bu durum, bireyin ekran başında geçirdiği zamanla paralel olarak duygu regülasyonunun bozulmasına, sosyal ilişkilerinin zayıflamasına ve içe kapanmasına neden olmaktadır. Özellikle kişilik oluşumunu henüz sağlamamış gençlerde öğrenme güçlüğü, odaklanma sorunu yanında sabırsızlık ve agresyon gibi olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.
Bir yönden ekranların sunduğu sınırsız içerik bolluğu bireye konfor sunarken, kötü niyetli aktörler için de fırsatlar üretmektedir. Son yıllarda artan dijital dolandırıcılık, sanal fuhuş ve çevrim içi kumar gibi toplumsal ahlakı zedeleyen vakaların büyük bir bölümü ekranlar aracılığıyla yaygınlık kazanmıştır. Toplumun güven duygusunu sarsan bu gelişmeler, sosyolojik anlamda sosyal sermayenin aşınmasına neden olmaktadır.
PERFORMANS ÖZNESİ (MEDYA FİGÜRANLARI)
Kaydırmalı ekran içeriklerinin oluşturduğu hız ve haz döngüsü, bireyleri sürekli olarak bir sonraki uyarana yönlendirmektedir. Bu durum, Güney Koreli filozof Byung-Chul Han’ın “Enfokrasi” adlı kitabında dikkat çektiği üzere, bireyin “Performans Öznesi”2ne dönüşmesine neden olmaktadır. İnsanlar, artık yalnızca tüketici değil; aynı zamanda kendi yaşamlarının pazarlamacısı konumuna gelmektedir. Mahremiyetin yerini teşhir, derinliğin yerini yüzeysellik almakta, bireyler kendi hayatlarını sahneleyen birer figürana dönüşmektedir.
Byung-Chul Han’ın da belirttiği gibi, birey artık hem efendi hem köledir. Kendi yaşamını sürekli teşhir eden, bir projeye dönüştüren bireyler, özgürlük sanrısı içinde kendilerini sömürmektedir. Sosyal medyada doğru veya yanlış, iyi ya da kötü içeriklerin yegâne ölçütü artık “etkileşim” sayısıdır. Bu ise modern toplumda “ahlaki göreceliliğin” zirve noktasıdır.
EKRANLARIN ÖZGÜRLÜK ÇAĞRISI
Modern çağın anahtar kavramlarından olan “özgürlük” duygusu da akan ekranlardan sürekli pompalanan konuların başında gelmektedir. Özgürlüğü aklen, ruhen ve bedenen özgür bir şekilde başkasının etkisi altından kalmadan karar verebilme yetisi olarak değil sadece satışa sunulan seçeneklerden istediğini seçebilirsin şeklinde gerçekleşen post kapitalist endüstrinin ekran oyunlarından biridir.
Oysa ekranlarda her şeyin pervasızca akması yalancı bir özgürlük yanılsaması yapmaktadır. Ekranda sergilenenler özgürlüğün değil kişilerin kendi tutkularına esaretin bir yansımasından başka bir şey değildir. Bu hazları kamçılayan hızda hiçbir aklıselim değer sistemi yer edinemez. Bu doğrultuda insani yaşamanın temel ilkelerinden olan dini ve ahlaki erdemler de gündemden düşerek hızlı anlık arzuları alevlendiren görüntüler insanların bilinçaltı dünyasına daha çok yer edinmektedir. Asıl hayatın içinde olması gereken önemli insanı duygular ise hızlı akan ekran yığınları arasında unutulup gitmektedir.
TEŞHİR VE KİMLİK EROZYONU
Teşhirin norm, mahremiyetin ise istisna haline geldiği bu düzende, dijital içerik üretimi bir “rekabet alanına” dönüşmüş; insanlar, sırf görünür olmak uğruna birbirinden ilginç absürt davranışlarını ekranlardan sergilemeye başlamıştır. Kültürlerin, dinlerin ve coğrafyaların sınırlarını kaldıran ve insanları ortak bir ekranda birleştiren dijital uygulamalar aynı zamanda kültürel zenginliklerden olan farklıları öğüterek insanları tek tipleştirirken, bireyleri anlamsız teşhir etme, görünür olma ve onaylanma gibi egoist duygularını kamçılarken aynı zamanda bir kimlik erozyonuna da yol açmaktadır.
EKRANLARDA İYİLİK VE KÖTÜLÜK
İyilik ve kötülüğün toplumsal etkilerine baktığımızda kötülük, ilgi çekici ve heyecan uyandırması sebebiyle iyiliklere göre kat be kat daha hızlı yayılmaktadır. İyilik sessizleşirken, kötülük daha gösterişli, daha dikkat çekici ve dolayısıyla daha yaygın hale gelmektedir. Bu da toplumsal güvensizliği ve çıkar ilişkilerini daha da artırmaktadır. İyiliğin ise daha sessiz ve mütevazı olması sebebiyle kötülüklerin gölgesinde kalmaktadır. Kötülüğün ekranlardan çarpan etkisiyle yayılma hızı ve etkisi yürürlükte olan kötülüklere ilgiyi artırdığı gibi yaygınlaşan kötülükleri meşrulaştırma etkisi de yapabilmektedir. İyiliklerin değil kötülüklerin sürekli ekranlarda akması, konuşulması ve gündemleri işgal etmesi iyilikleri zamanla pasivize ederek insanlar arası ilişkilerde daha çok kötülükleri ve çıkara dayalı güvensiz ilişkileri ön plana çıkarmaktadır. Sosyolojik olarak ekranlar, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bilinç kaybına da neden olmaktadır. Hızlı akan görüntülerin sahip olma dürtülerini daha çok teşvik ederek tüketime sürüklemesi insanlar arası sıcaklığı artıran yardımlaşma ve paylaşma gibi duygularını yozlaştırmaktadır.
KAYAN EKRAN SENDROMU
Kaydırmalı akan hızlı görüntüler eşliğinde gözlerin ve bedenlerin hapsolduğu uygulamaların cazibesi toplumun büyük bir kesimini durmadan dinlenmeden neredeyse nefes almadan akan görüntülerin verdiği heyecanın arkasından sürüklemektedir.
Ekranlar karşısında geçen zaman arttıkça, üretkenlik düşmekte, gerçek yaşamdan kopuş başlamaktadır. İnsanlar bir araya geldiği sosyal mekânlarda bile artık yüz yüze ilişki kurmak yerine gözlerini telefon ekranlarından alamamaktadır. Bu da insanlar arasında kurulması gereken sıcak ilişkileri ve samimiyeti engellerken; teşhircilik, benmerkezcilik ve onaylanma arzusunu ekranlar üzerinden daha çok ön plana çıkarmaktadır. Bu durum, Ünlü filozof Durkheim’in tanımladığı “Anomi” (normsuzluk) kavramıyla açıklanabilir.
Toplumsal değerlerin çözülmesi, ilişkilerin soğuması, bireylerin ahlaki değerlerini kaybetmesi günümüzde çeşitli şekillerde şahit olduğumuz ve çoğu zaman yürekleri yaralayan çatışma ve sosyal krizlere sebep olduğunu maalesef gözlemlemekteyiz. Günümüzde bireyler, en basit sorunlara bile çözüm üretemez hale gelmiş; sevgi ve saygının içi boşalmıştır. İnsanlar arası sevginin saygının anlamını yitirmesi, en basit konularda bile çözüm üretecek kabiliyetin olmamasının yegâne sebepleri arasında ekranların durup düşünmeden duygu ve düşünce dünyasını tahrip eden ve arzuları baskın hale getiren “kayan ekran sendurumu” olduğunu söyleyebiliriz. Kayan ekranların oluşturduğu bilinç kaybı veya batılı tabirle “Beyin çürümesi” 3 insanların sağlıklı sosyal ilişki kurma becerisini yok ettiği gibi insanlar arası olması gereken sıcak ilişkileri bitirerek modern çağın en büyük insanlık krizlerinden biri olan “yalnızlık” gibi sorunların artmasına neden olmaktadır. Birbirinden ruhen ve bedenen uzaklaşan insanların herhangi bir sorunda şiddete yönelmesi son zamanlarda fazlasıyla şahit olduğumuz vakaların başında gelmektedir. Çünkü ekranlar insanlarda durup düşünme, sonu nereye varır gibi sorgular yapma becerisini önemli bir şekilde yok ederek insanları adeta bir canavara dönüştürmektedir.
SONUÇ
Nihayetinde; kayan ekranların toplumsal yaşamımıza etkisi yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal yapıların temelini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Her ne kadar bu dijital akışa tamamen set çekmek mümkün olmasa da; eleştirel dijital okuryazarlığın artırılması, medya farkındalığı eğitimlerinin yaygınlaştırılması, dini ve ahlaki referans sistemlerinin yeniden toplumsal gündeme getirilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu noktada özellikle eğitim kurumları, ebeveynler ve kanaat önderleri öncü bir rol üstlenmelidir.
1- Davranışsal Bağımlılık: Kişinin fiziksel, zihinsel, sosyal veya finansal refahına olumsuz sonuçları olmasına rağmen ödüllendirici, maddeyle ilgili olmayan bir davranışta bulunma zorunluluğunu içeren bir bağımlılık biçimidir. (Wikipedia)
2- Byung-Chul Han, Enfokrasi, Metis. 2020. İstanbul, s.14.
3- Beyin Çürümesi: Özellikle çevrimiçi içeriklerin aşırı tüketiminin sonucu olarak bir kişinin zihinsel veya entelektüel durumunun bozulması olarak tanımlanmaktadır. (Wikipedia)