TARTMA, TARAFTAR OLMA, İNANMA SÜREÇLERİ
İnsan bir hedefe varmak için nasıl belli mesafeler katediyorsa, bir inancın, bir kanaatin kalbinde şekillenmesi de belli aşamaları geçmesi ile olur.
Bir insan küfürden imana yürürken ne gibi süreçler yaşamıştır?
Bazıları neden körü körüne bir inanca saplanıp kalır?
İmrendiğimiz sapasağlam itikada sahip insanların, bu dereceye ulaşmalarındaki sır nedir?
Çıkmaz sokaklarda kaybolmadan, sağlam bir inanca kavuşabilmenin yol haritası nasıldır? Nasıl olmalıdır?
Bu gibi soruların cevabı akıl ve kalbimizde yaşadığımız öğrenme aşamalarında bulabiliriz.
Alışveriş merkezlerinde müşterilerin beğenisine sunulan ürünler gibi, fikir âleminde insanların kabulüne sunulan gerçeklik fikirleri, ilgi duyan kişiler tarafından muhakeme sistemlerinden geçirilerek irdelenir.
Sonunda fikirler ya kabul görür benimsenir, ya da reddedilir. Kabul edilip benimsenen ve içselleştirilip sahiplenilen ve kişinin kendi iç âleminde bir yapı taşına dönüştürülen fikirler, o kişinin inanç binasının bir tuğlası olur. Bu yapı taşının sonradan sökülüp atılması ve yerine yenisinin konması çok zordur. O yüzden küçük yaşlarda henüz muhakeme mekanizmaları gelişmeden zihinlerde inşa edilen gerçeklik kolon ve kirişleri, bu serbestlik ve eleştirel düşünce zamanında bile kalıcı ve belirleyici olmaktadır.
Bediüzzaman, fikrin zihinde hayalden başlayıp kalpte itikada dönüşme süreçlerinde çok karıştırılan ve farklı hükümlere tabi olan değişik aşamaları şöyle tasvir eder:
“Dimağda merâtip var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir. Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam,sonra itikad gelir. İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet. Salâbet itikaddan, Taassup iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda, tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.”
Yani: Önce hayalde kendini gösteren soyut bir fikir, dikkat ile âlem-i misalin insan dimağında bir arşı olan hafızadaki imaj veri tabanı kullanılarak zihinde şekillenmeye ve belirgin bir hal almaya başlar.
Sonra muhakeme mekanizması yani akıl yürütme (felsefe) devreye girer. Objektif tarafsız bir değerlendirmede akıl ve mantığa uygun bulunan fikir kabul edilir; yoksa reddedilir. Bu tartma aşamasında kişi, tarafsız davranır ve o fikri hayalin tezgahında tutup sahiplenmez. Bu mekanizmadan geçemeyen ve hayal aşamasında kalan fikirler safsatadır.
Aklen tasdik edilip bilgi olarak zihinde istiflenen bir fikrin anlam kazanması ve kişinin iç âleminde yer edip İz’an ile anlayışa dönüşmesi, anlam merkezi olan kalbe intikal ile olur.
Kişi, tercih kullanıp iltizam olunan şekillere taraftar olur ve sahiplenir. İltizam olunan fikirler artık içselleşmiş ve kişinin manevi varlığının parçası olmuştur.
İlim nuru ile yoğrulup muhakeme ile takviye edilerek sağlam bir hal alan iltizam, güçlü bir itikad olur. Aksi halde, ilim nuru ve aklî muhakeme olmazsa taassuba döner.
Yukarıda tarif edilen, düşüncelerin inanca dönüşme mekanizması, aslında felsefenin de omurgasını oluşturmaktadır. Demek gerçek iman ve sağlam bir itikad, akıl ve kalbin katkılarıyla ortaya çıkan bir nurdur ki, insana peygamberin izinde yürüme ve Allah’ın emirlerini yaşama gücü sağlar.
Bunun için imanlı insanların hedefi, körü körüne inanmak, taassup sahibi olmak değil, sağlam bir itikada sahip olmak olmalıdır.
Bediüzzaman “Bir insan küçüklüğünde dini terbiyeyi almazsa, büyüklüğünde alması zorlaşır güçleşir.”
İnsan rasgeldiği fikirleri ya benimser ya da reddedilir. Kabul edip benimsediği ve içselleştirip sahiplendiği ve iç âleminde bir yapı taşına dönüşen fikirler, o kişinin inanç binasının bir tuğlası olur…