Son Dakika
Keyifli bir futbol seyri için olmazsa olmazlardan biri şüphesiz topun daha çok oyunda kaldığı müsabakalardır.
Birçok ülke, altyapıdan başlayarak topu daha çok ayağında ve oyunda tutacak teknik ve fiziki donanıma sahip futbolcuları yetiştirmektedir.
Topun oyunda daha fazla kalması için teknik/taktiksel beceri kadar fiziksel bir üstünlük de gerekmektedir.
Çünkü 90dk’nın büyük bir bölümünde topun oyunda olması demek, ekstra efor ve güç gerektirmektedir.
Tüm bunlara bütünsel bir futbol felsefesi çerçevesinden baktığımızda; hızlı oynanan, topu mümkün olduğunca sahada tutan bir anlayış ortaya çıkmaktadır.
Şüphesiz bu tür bir futbol, seyir zevkini olabildiğince doruğa çıkaran ve sonucun daima değişebileceği heyecanlı maçları izleyicilere sunmaktadır.
Ne yazık ki ülkemizde hiçbir futbol maçı yeterli sürelerde oynanmıyor. Maçların sonuna eklenen 3 – 5 dakika da bu kayıpları kapatmaya yetmiyor.
Bunun çeşitli nedenleri var ama en yaygın olanları bir kaç tane sayacak olursak
(1) Hakeme itirazla kaybedilen zaman,
(2) Gol sevincinin uzamasıyla kaybedilen zaman,
(3) Sakatlık bahanesiyle yerde yatmalar Taç, frikik, korner, kale vuruşu, faul, ve benzerleri gibi.
Hakemlerin aşırı konuşulduğu bir lig olmamız nedeniyle; baskı altında hakemlerin maçları kontrol altına alma yöntemleri de maalesef oyunu sık sık durdurmak oluyor.
Yurt dışından gelen yabancı oyuncular bile çok kısa sürede bu çarkın içine giriyorlar ve kimsenin yerden kalkmadığı maçlar izleten düzenin kolaylıkla parçası oluveriyorlar.
“Topun oyunda kaldığı süre” istatistiğinde Türkiye Süper Ligi, Avrupa’da Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi’nin de eklendiği listede ancak 20. sırada yer alıyor. Süper Lig’de bu sezon oynanan maçların ortalaması alındığında top 49,41 dakika (%54,9) oyunun içinde kalıyor.
Ligimiz, bu istatistikler ışığında Avrupa’nın 5 büyük ligi Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya’nın gerisinde kalırken; Macaristan, Belarus, Finlandiya, Slovakya ve Slovenya gibi futbola az yatırım yapan ülkeleri de geçemiyor.
Sorun şu ki futbol, hayat gibi dinamik.
Hatta doğrudan üstünlük kurma çabası olduğu, doğasında rekabet barındırdığı için çok daha dinamik. Herhangi bir sporu yirmi yıl öncesi ile kıyaslayın.
Atletizmde derecelerin gelişimine bakın. Teniste topun hızına, düştüğü yerlere…
Takım sporları için, yirmi yıl önce kafanızda efsaneleştirdiğiniz o takımların oyununu arşivden maçlar yayınlayan kanallardan bir daha izleyin isterseniz.
Ne kadar yavaş ve yavan geliyor değil mi ?
Oyuncular hızlanıp güçleniyor. Oyun daha karmaşık, daha dinamik hale geliyor.
Ve eğer bu gelişimi takip etmezseniz, en iyi olduğunuz bir dönemde bile çok kısa sürede geride kalırsınız.
Dünya genelinde takip etmemiz gereken bir ‘futbol metası’ var. Buna uygun hareket etmediğimiz takdirde demode kalırız.
Bu nedenle en başta TFF olmak üzere, ülke futbol stratejimizi, felsefemizi ortaya koymalı ve buna uygun uygulama/programlarla altyapılardan ve onları eğitecek olan teknik direktörlerden başlayarak bu felsefenin yerleşmesini sağlamalıyız.
Böylelikle topun oyunda daha fazla kaldığı, dinamik, statta ve ekran başında seyir zevki veren müsabakalarla liglerimizin marka değeri yükselecek, kulüp başarıları uluslararası seviyede karşılığını alacaktır.
Ayrıca Avrupa’ya gönderdiğimiz futbolcuların oralardaki futbol kültürüne uyum hızı artacaktır.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
07 Mart 2021 Yazar Makaleleri
01 Mart 2021 Yazar Makaleleri
26 Şubat 2021 Yazar Makaleleri
23 Şubat 2021 Yazar Makaleleri